okyanus

Ve bugün bir şarkıdan daha nefret ediyorum.

Başta çok güzel olacağını düşünerek, sevdiğim şarkıları alarm zili olarak ayarlıyorum. Güne güzel başlamak için sadece bu tür şeylere tutunmak ne kadar acıysa, o kadar acı çalıyor alarm da. Susmuyor. Gittikçe artıyor sesi, titreşimle birleşiyor ve sol kulağım bir matkapla açılıyor güne. Sonra titremekten bunalmış telefon, intihar etmeye karar veriyor, komodinden yere bırakıyor kendini. Ama hayat bırakmıyor onu, o titremeye devam ediyor. Matkap parkeleri delik deşik ediyor. “Geber! Beter ol! Uyan ve beni durdur! Erteleme, 9 dakika sonra tekrar deleceğim yoksa burayı.”

Uyanmak güzel halbuki. Her anlamıyla. Ama akşamdan soru ve şaşkınlığa yatırdığın düşünceler gözünü açar açmaz aklına geliyorsa, uyanmak bir eziyete dönüşebiliyor. Rüyada kalmak istiyorsun. Ömrünü lucid rüyalarla sürdürmek istiyorsun. Gerçi onu da alarm ziline dönüştürmekten korkuyorum. Çünkü anladım, süreklilik isteği, tek taraflı bencillik, doyumsuzluk; bütün bunlar bir tarafı tüketmekten başka bir işe yaramıyor, genellikle de birinci tekil şahsı.

Bugün bir şarkıdan daha nefret ediyorum. Ve bunun titreşimle falan hiç alakası yok. “Sorun sende değil, bende.” Böyle olmasını istemezdim. Bir de üzerine uyandım.

Yağmur yağıyor, dışarı attım kendimi. Yakamı kaldırdım, ellerimi cebime soktum. Paçalarımın ıslandığını hissedebiliyorum. Yavaş yavaş yukarı çıktığını. Kulağımda bir şarkı yine, her yağmurda olduğu gibi. Aynı. Ama onunla aramızdaki ilişki daha derin. Hiç nefret etmedim ondan. Sadece özledim, yağmur yağsa da dinlesem diye. Rüzgarın camlardan ıslık çalarak beni dışarı çağırmasıyla başladı ve ben kilometrelerce uzaktayım evden. Bir ışık yılı uzaktayım dünyadan. Olmasını istediğimden daha yakın bir ses. Farkına varmak istemediğim her şeyin yanından geçiyorum uçarak. İstemiyorum. Uğramak ve sekiz yüz sene düşünmek istemiyorum, geçip gidiyorum. Yağmur dinerse geri dönüp zihnimdeki hapsolmuşluğa teslim olacağımı biliyorum. Soru işaretinden gardiyanlar beni tıkacaklar yine o çok sesli zindana. Allah belasını versin böyle zulmün ve yağmur hiç dinmesin.

Dizlerimin ıslandığını hissediyorum. Nereye gittiğiminse bir önemi hala yok. Bugün eve farklı bir yoldan döneceğim. Ama farklı bir kapı yok girebileceğim. Bir insanın macerası da budur zaten, farklı yollardan mutluluk ve birbirinin aynı zorunlu sonlar. Sıkıcı. Ama öyle.

Koşmak istiyorum.

Trafik ışıkları asfalttan yansıyor, arabalar su sıçratarak geçiyorlar. Her yer çamur. Islak kediler kayıp. Güneş eksik. Birkaç şey daha.

İstediğim gibi düşünemediğim bir yürüyüş beni zorluyor. Belimden bir dala asılı kalmışım ve kıvranıp duruyormuşum gibi. Ya bırak da gideyim! Derin derin nefes alıyorum ama derin derin düşünemiyorum. Sürekli soru cevaplamak zorunda mıyım da zihnim bana bu oyunu oynuyor. Obsesyonun manası yok, bırak. Alışılagelmişlik sıkıştırmasın seni. Meraklarından arın. Her şeyi çözmek zorunda değilsin. Sadece bir sonraki adımını düşün. Ona da gerek yok gerçi, sağdan sonra sol, soldan sonra sağ. Bitti. Bu kadar basit.

Unutmak istiyorum.

Şarkılardan ettiğim nefreti de unutmak istiyorum, evin yolunu da. Bildiğim tüm şeyleri unutmak istiyorum. Varoluş krizine tutulmuş bir evsize bağışlamak istiyorum tüm bildiklerimi. Yolunu bulması imkansızsa, en azından yirmi küsür yıl kafasını bununla meşgul eder ve rahatlar diye. Rahatlarım diye.

Bahçeli bir evin yanından geçiyorum. Evin rengi çok güzel, çiçeksiz bir bahçesi var. Ama güzel gözüküyor. Yağmur yağıyor ama bütün camları açık. Kapıdan bir adam çıkıyor, elinde bir çanta, büyükçe. Adam gidiyor. Birisini arıyor telefonla. Geri gelmeyeceği o kadar belli ki. Bahçe kapısını ardından kapamıyor bile. Çünkü evi umursamıyor. Tıpkı camları kapamadığı gibi. Cehennem olup gidiyor. Arabasına binip gidiyor.

Telefonuma bakıyorum. Ekranı ıslanıyor. Şarkı bitmek üzere. Ben eve gitmek istemiyorum. Telefonum hiç çalmıyor. Şarkı bitiyor. Birisi omzuma dokunuyor. Neden sinirli olduğumu bilmiyorum ama sinirle dönüyorum.

Donuyorum.


Hiç yorum yok