Uyarı

Öykü geliyor. Ama ondan önce,

İkaz edilmek beni deli ediyor. 


Bir uyarı aldığım vakit aşırı tepkiler verebiliyorum. Sanki o an beynimde bir şalter varmış da o kişi onu kaldırıvermiş gibi. Samimi olmadığım biri el şakası yapmış gibi. Kulağımın dibinde yüksek sesle konuşuyormuş gibi. Ya da işte küfür etmiş gibi. Evet daha ziyade sanki bana hakaret falan etmiş gibi. 

İkazı kendime yediremiyorum galiba. Sanki hani 'sen uyarmasan biz doğruyu yanlışı bilmiyoruz' psikolojisine giriyorum. Muhakeme yeteneğimizi kaybetmedik çok şükür. Yanlış bile olsa yaptığım ve ben bunun farkında da olsam biri beni uyardığı anda kabullenmekten vazgeçiyorum. Karşı çıkıyorum. Öfkeleniyorum. Hatta saçmaladığım bile oluyor o esnada. Saçmaladığımı biliyor da olsam susturamıyorum kendimi. 

Oğrencilik hayatım boyunca kurallara hassas davranmam bundandı. İlkokulda okul içine girdikten sonra herkes gömlekleri dışarı çıkarırdı, ne bileyim müdür yardımcısı çoğunu uyarırdı, odasına çağırırdı falan. Ben bu muameleye maruz kalmamak adına sınırları aşmaya pek gönüllü olmadım o açıdan. Gömleği eteğin dışına çıkarsam neee çıkarmasam ne. Kel müdür yardımcısının o kadar insanın içinde beni rencide etmesine ne gerek vardı, arma da duruversindi boynumda. 

Bu hep böyle oldu. Üniversitede bile. Yani bu üniversitenin doğasına aykırı bir durumdur çoğu için. Özgürüz biz höyt çimlerde yuvarlanıp amfide sandalyelere basarız hede hödö tipler için yani. Koridorda sigara içmeyiniz tabelasının önünde sigara içerken fotoğraf çektiren aşırı marjinal çocuk için. Aman ne büyük anarşist çıktın öyle bişey yapınca, offf amma da kural çiğnedin hadi hemen evlenelim çok havalısın! Öküz. Ne oldu şimdi sen koridorda sigara içtin de ne oldu. Hademe geldi azarladı seni. Sen de kuzu kuzu söndürüp izmariti çöpe atmadın mı? Ha Bakunin? Hademeye çıkışamadın hiç, hani profesör gelse dumanı suratına üflerdin? Yaa işte olmuyor demek ki öyle. 

Mesela o durumda ben olsam, hademe başkan gelse beni azarlasa. Ölçüsüz tepkiler veririm kabul. Ama işte o duruma düşmeyi göze almadığım için de aşırıya kaçmam. Kural varsa uyarım. Bitti. 

Bozuluyorum biri beni ikaz edince. Tüm keyfim kaçıveriyor anında. Az biraz vurdumduymaz olamadım ki hep o sebepten zaten. Mesela bugün arkadaşlarla birer kahve  için buluştuk. Liseden açıldı muhabbet, aklımıza geleni masaya yatırdık, kahkahalar attık bilmem ne. Eh, biraz dozu kaçırdığımız doğrudur, çünkü hepimiz de kahkahada desibeli tutturamayan insanlarız. Sonra yan masadan bir optik entel "arkadaşlar afedersiniz" diye beni bir dürttü. Döndük. Son derece ılımlı, çevre aktivisti kılıklı, tiyatro eleştirmeni ve sanat yönetmeni olduğu fularından ve her halinden belli olan bu sarı bıyık ses tonuna hafif bir hınzırlık ekleyerek "gülmek güzel ama" temasını ekledi ve devam etti.  "Kendi sesimi bile zor duyuyorum lütfen biraz daha..." Gerisini dinlemedim. Kıl bir gülümseme takınmış, Pixar karakteri mimikleriyle konuşmaya devam etti. Ben de elimde tuttuğum kupayı hızla sol şakağına indirdim. Kaşı patladı ve biraz da kanadı. "Aman Tanrım" diye zırlıyordu ve onun sesini duydukça ben iyice öfkeleniyor, elime geçirdiğimi kafasında paralıyordum. En sonunda sandalyeyi iki defa sırtına çaldım ve kalkıp hızla eve koştum. 

"Lütfen biraz daha yavaş arkadaşlar :))))))". Ortamın tadı bozulmasın diye tuttum kendimi sesimi çıkarmadım. Ama tadım kaçtı tabi. Muhabbetin de içine limon sıkmıştı zaten. İki kelam daha edip dağıldık. Düdük makarnası. 

Adam haklıydı ama ben ne yapayımdı. Uyarmasaydı.