Kayık



Zamanda yolculuğu konu alan tüm bilim kurgu filmlerinde aslında zaman yolculuğunun ne kadar çaresiz olduğunu görüyorum. Çünkü fikri ve fiili ne derece metafizik de olsa herkesin atladığı bir durum var. Döndüğün zaman dilimi içerisinde sen yoksun. Seyircisin sadece. Olaylara, olanlara müdahale edemezsin. Çünkü değiştireceğin en ufak bir ayrıntı dahi şimdiki zamanda kaos yaratır. İşte çoğu kurguda bilim adamı uyarır, başrol uymaz. Ve kıyamet kopar.

Denedim halbuki. Kıyamet koparmayı denedim. Dönmek istedim. Geriye, çok geriye. Her şeyi değiştirmek istedim. Her ayrıntıyı tekrar planlamak istedim. Lego küpleri gibi günlerce taşımak istedim geçmişimin her zerresini. Sonrasında ne olacaksa olsun ama sadece olsun istedim. Olmadı bir türlü. Yapamadım ama kıyamet yine de koptu. Şartlara mani olsan zamana, ona da mani olsan çoktan yola çıkmışlara asla engel olamıyorsun. Kopacak bir kıyamet varsa karşısında duramıyorsun. Kopacak bir bağ varsa dünyadaki tüm zincir halkalarını bir araya da getirsen, Musa'nın önünde ikiye ayrılan sular misali; emre sadık fikirler.

Denizdeyim. Kıyıdan uzaklaştıkça akıntılara yaklaşıyorum. Ufuk çizgisine doğru bir kulaç daha. Ve soğuk su akıntıları bacaklarımın arasından geçiyor. Birden çok soğuk oluyor. Her tarafım buzul eriyikleriyle sarılıyor. Kıyıdan uzaklaştığım her kulaçta bir derece düşüyor. Dizlerim, dişlerim titremeye başlıyor. Dudaklarım morarıyor. Kirpiklerimin ucunda sarkıtlar oluşacak. Burnum belki de en kırmızı. Göz bebeklerim büyümüş. Gözümün beyazı yok, alnımda otoyol oluşmuş damarlardan. Dolaşım oluyor mu bilmiyorum. Bilincim yarı kapalı. Haraket kabiliyetim kayboluyor. Yüzüm ufuğa dönük. Gözlerimden gelen yaşlar denize karışıyor. Deniz kaç milimetre yükselir acaba? Düşen damlaların buz küplerine dönüşmesi kaç saniye sürer. Kendi yaşlarımdan deniz doldurdum. Her hatıramı cam şişelere doldurdum. Ama atmadım. Kıyı yaptım onlardan. Uzaklaştıkça üşür oldum. Giden son kayığın ardında bıraktığı köpükleri topladım avcumda, bir başka cam şişeye doldururum diye. Ama nafile. Kıyı çok uzak. Ya da ben kayboldum bu sularda. Etrafımda tanıdık hiçbir renk yok, gökyüzünden başka.

Bulutların denizdeki yansımalarına yaslanabildim sadece. Üşüdükçe dibe çekiliyorum. Vücudum ağırlaşıyor. Morarmış ve çatlamak üzere olan beton bir kütleye dönüşmek üzereyim. Son bir kaç nefes hakkım kalıyor, sonrasını balıklardan öğrenmek gerek.

Ama balık yok. Tutunabilecek yosunlar yok. Bu denizin rengi yok. Yukarı bakıyorum ama gök de renksiz. Bulutlar gitmiş. Ne kıyı görünüyor ne ufuk. Ne yüzey var üstümde ne dip var ayağımın altında. Ellerimi yüzüme götürüyorum ama ellerimde his yok. Dokunmanın bir anlamı yok. Duymak güç. Görmek için bakmak gerek. Bakışlarım sabit.

Bakışlarımda bir kayık. Kayık şimdiye kadar gördüğüm en güzel renk. Belki de şu süreç içinde kaybını yaşadığım tüm renkleri sahiplenmiş gibi. Denizin, göklerin, bulutların, yosunların ve belki de en renkli balıkların bile rengini toplamış gibi. Kıyıyı almış. Ufuk da yanında. Ellerimdeki hislerin hepsi ve diğer tüm duyularım. Her şey o kayıkta. En tepesinde bir silüet, korsan mağrurluğuyla. Ama bu silüet?

En sevdiğim kurgulardan ötekisi: maktülün gözlerine baktığınız zaman onu öldürenin silüeti kalmıştır gözlerinde en son. Katili bulamazsınız belki ama bunun bir maktül olduğuna karar verirsiniz. Tabii bir de bir katilin varlığına.

Derinliği ve hatta rengi bile olmayan bir denizde kaybolmak.

***

Bir balıkçı teknesi yanaşıyor kıyıya. Kıyının sahibi nesi var nesi yok toplayıp tekneye yüklüyor. Tekneci kıyının sahibini tekneye alıyor. İki kürek. Kıyının sahibi çekiyor. Ama çok ağır. Ama çok mutlu. Ama cidden çok ağır. Ama ölesiye mutlu. Ufukta bir ada göremediğini söylüyor tekneci. Boşuna kürek salladığını söylüyor. Ve sonra artık kürek sallamak istemediğini haykırıyor kıyı sahibinin yüzüne. Ve umulmadık bir şey oluyor. Uzun bir sessizlik sonrasında tekneci küreği alıp kıyının sahibinin yüzüne hızla vuruyor. Öyle hızlı vuruyor ki kıyıda deprem oluyor. Ve kıyı sahibi tekneden aşağı yuvarlanıyor. Denizin en soğuk olduğu yere.

İçinde bir yerlerde kırıklar var. Derinlerde. Dudakları mosmor. Kulakları mosmor. Bütün kan derinlerde bir yerden boşalıyor. İçi çekiliyor. Denizin dibine çekiliyor. Ağır ağır giden rengarenk teknenin ardından bakarak çekiliyor.

Gözleri dolu. Bakışları boş.

***

Tüm kayıklar acıtır. Yüze inen kürekler can yakar.

Kararlılık kan dondurur. Umutlar yüzdürmez, akıntılar gibi sürükler.

Ve sonunda olan renklere olur.

Renkler solar gider.