Devrik

Bu, muhatabıyla buluşamayacak o diğer yazılardan sadece birisi.

Muhatabı olmayacak değil, muhatabına ulaşmayacak. Bu, belki de en sevdiğim. Çünkü sorusuz, sorunsuz. Dokundurmasız, dokunmaksızın. Açık; ama muhatabına. Ve hiç olmadığı kadar anlamsız, ona buna.

Muhatabı bir kişi de olabilir, bir milyon kişi de. Nefes almıyor da olabilir. Bir his belki de. Bir düşünce yapısına da yazılmış olabilir, bir duyguya da. Herhangi bir şeye. Neticesinde bir sonuç yaratmayacağı malumunuz. Çünkü anlatamayabilir de kendini yeterince. Biz bile aynı dilde anlaşamazken; sahibini bulamayan bir mektup, bulsa bile nasıl anlatacak derdini.

En üzücü durumdur kendini ifade edememek. En sıkıntılısı durumların. Kendini anlatamayan bir insanın amaçları da düşünceleri de yarısında kalır. Hevesleri kursağında kalır, duygularını sadece yumruklarıyla sıkıştırır.

Yumruk olup sabitlenmiş duyguların haline çok üzülürüm; belki bir insanın gerçek dramından daha çok. Çünkü bilinir, bütün fani sorunlar aşılır. Günün birinde, şartlar olgunlaştığında, er ya da geç aşılır. Çoğu insanın da anlamadığı budur. İnsanoğlu sabırsız. Güçlüklerin üstesinden hemen gelmek ister, gelemediği vakit hırçınlaşır. Vakti gelir, üstesinden gelir; hırçınlaştığıyla kalır. Bunlar da çok gerilerde kalır. Ama yumruğa dönüşmüş, hatta boğazda düğümlenmiş, alında damar olmuş duyguların o statik durumu içler acısı. Ben bunlara üzülürüm; çünkü bunlar çaresiz. O an için çare bulamayıp en kötü bir yumruğa bir düğüme dönüşmeyi yeğlemişler.

"Su yolunu bulur." Sahi? Ya bulamazsa?

Her düşünce dalında asılı. Bazısı kopmak ister. Yer çekimine yenik düşüp, yerle yeksan olmak uğruna sapından ayrılmak, saniye de sürse uçup konmak ister. Ama ister. En basit güdü. İstemek.

Her duygu da böyle. Ondan değil mi her sinirlendiğimizde tepki göstermemiz. Tepkiler farklı da olsa. Şiddet de olsa, küfür de, ağlamak da olsa susmak da. Bir şekilde yolunu bulmak istemez mi bu duygular.

En ilkel güdü buyken, hala evrilememiş insanın doğrusu da yanlışı da "istemek" sebebiyleyken. Ve istediği olmayınca dram görülürken. Ya ne olacak yolunu bulamayan duygular, düşünceler.

Göz yaşına dönüşemeyen özlemler, yumruklarda sıkılı kalmış incinmeler, dişler arasına sıkışmış öfkeler, doruğa oturtulamamış fikirler, dilin ucunda sallanakalmış açık sözler, haykırılamamış içe sıkışmış hisler...

Ne olacak bunlar? Ne zaman bulacaklar yollarını, ne zaman bulacaklar muhataplarını, ne zaman kavuşacaklar özgürlüklerine. Dünyanın hükümdarları duygularına düşüncelerine hükmedenler, ne zaman azad edecekler onları?

Acıklı değil mi, merak içinde bırakmıyorlar mı insanı?

Bekleyeni yok mu o duyguların uzun zamandır?

Daha ne kadar bekleyebilir meçhul.

***

Yalnız, kaybetmiş bir adam neden içer sandınız? Derdini paylaşacak kimi var sandınız?

Çok mu kolay susabilmek, nefessiz kalıncaya dek konuşacak sözcükleri varsa?

Muhatabı olmayan ne serzenişleri vardır o adamın boğazında düğüm düğüm. Serzenişte bulunsa da muhatap bulunmaz. Yalnızlık adamı perişan eder, darmaduman bitap düşürür.

Ama adam düşmez.

Çünkü...

Çünküsü yok. Adam düşmez. Adam dokuz bira da içse düşmez. Adam yalnız da kalsa düşmez. İşsiz de kalsa, evsiz de kalsa düşmez. Parasızlık da düşüremez onu.

Düşmez işte. Hayata tutunmasını öyle öğrenmiş ki, deprem olsa düşmez.

Sendeler belki.

Yorulur.

Düşmez.

Düşerse ses çıkacağını da sanmaz. Düşerse devrilip ses çıkaracak tek şey domino gibi dizili bira şişeleri olur.

İşte düşmeyen, düşemeyen bir adamın tek dramı.

Düşerse ses çıkmayacağı için düşmemeye yeminli.

Ve yumruklarını, dişlerini sıkmış öylece direniyor.

Her gün bir duyusunu serbest bırakmak için içiyor. Bir bira yumruğunu açıyor, ötekisi dişlerini. Son biraysa kalbini açıyor. Ama son birayı da içtiğinde kalbini açacak kimsenin kalmadığını görüyor.

Kalbine muhatap bulamamak.

Ve adam devriliyor. Bira şişelerinin üstüne.

***