"Yazıyorum. Gördüklerimi, düşündüklerimi, söylemek istediklerimi; o zaman hepsi gerçek oluyor. Duygularımı anlatmayı başarıyorum. Konuşarak yapamadığım bir şey bu. Konuşmayı beceremiyorum. Sizinle bile. Bir soru sorduğunuzda "bekleyin, yazıp geleyim, okuduğunuzda beni anlayacaksınız" demek istiyorum. Kendimi daha iyi ifade edebiliyorum. Hayatta yapmak istediğim tek şey; yazmak."

-Tommaso Cantone

Mine Vaganti


"Şerrrefsizim aklıma gelmişti."

-Deli Emin

Vizontele

Bir ders kayıt dönemi daha geldi çattı. Yine sisteme sövgüler, yine koca yunus sunucusunun çöküşü, yine bir hüsran anneciğim.

Bir takım önerilerle başlıyorum:

Bon Iver
'in yeni albümünü mutlaka dinleyin. Holocene ve Calgary'den başlayabilirsiniz mesela. Dinlemeyenler için eski albümlere yol gözüktü. Say baştan!

United States of Tara, tavsiye üzerine başlayıp bir haftada bitirdiğim çok şahane dizi, izleyin. Çoklu kişilik bozukluğu olan bir Tara(lar) ve ailesinin hikayesi. İlginç ve eğlenceli, 3 sezonluk bir vakit öldürgeç.

Horrible Bosses
ya da diğer adıyla Patrondan Kurtulma Sanatı. Eğer yakınınızdaki sinemalarda oynuyorsa hala, vaktiniz de varsa, gidin gülün biraz. Çoğu Hangover'la karşılaştırsa da hatta benzetse de tarz olarak pek de benzerlik göremedim. Gömülü esprileriyle beni Hangover'dan daha çok eğlendirdi tabii, sonuçta içinde Charlie Day var. Balım.

(Yeni) kaliteli ve güncel bilgiler içeren, farklı bir dergi. Ya da kitap. Yani eğer 300 sayfaya dergi demeyi kendinize yedirebilirseniz; dergi. Onlar yedirebiliyorlar mesela. Ekip kalabalık, her yeni sayıda aralarında değişik isimler görmek mümkün: İsmail Ertürk editörlüğünde, Oruç Aruoba, Enis Batur, Murat Gülsoy, Gündüz Vassaf, Soli Özel, ... Her sayıda eklenen onlarca yazar. Ve güzel satırlar, Özdemir Asaf,Ece Ayhan, İlhan Berk, Abdi İpekçi... 3 Ayda bir 15 Liranızı gözden çıkaracaksanız bir tane alabilirsiniz. Güz 5. sayısı yolda.

Kitap konusunda pek şanslı değildim bu aralar. Derviş Evi - The Dervish House'u geçen sene Newsweek'te görmüştüm, kitabın tanıtımını öyle bir yapmışlardı ki acaba çevirisini beklemesem de orijinalini mi alıp okusam diye düşünüp kitabevine koşmuştum. O günden sonra da bir daha kitap tanıtımlarını okuyup kitap almaya heveslenmedim zaten. Nasıl anlatayım, tıpkı fragmanına en güzel sahneleri koyulmuş, filmde de adamakıllı başka bir sahne bulunamayan, bir heves gidilen, hayal kırıklığı ile çıkılan sinema filmleri gibi. Tanıtımı okudum, kitabın arkasını okudum, ohoo, yılın kitabı dedim, yeri göğü inlettim. Okudum ve utandım. Yani bilmiyorum, tamam anlatım güzel, yazanın bir İrlandalı değil de yedi göbek İstanbullu olduğunu düşündürecek denli ayrıntılı yazılmış. Belli ki uzun süre Türkiye kültürü üzerine araştırma yapmış. Ama yetmemiş. Keşke yetseymiş. Kimi yerlerde hayran bıraksa da bütün olarak bakıldığında beni pek sarmadı. Filmi çekilse sarabilir ama. Güzel film olur ha bundan.

Hiç okumamıştım, İskender'den başladım Elif Şafak okumaya. Bestseller fobim var benim çünkü. İllet olurum bestseller titrine. Yorumlarına. Önyargı kötüdür çocuklar. Beğendim ulan. 3 günde bitirdim, çok sevdim, karakterlerine neredeyse Şafak kadar bağlandım, bitirdiğimde başka bir kitap okursam, onları öldüreceğimi falan düşündüm, o derece.

İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler (Brief Interviews with Hideous Men) , David Foster Wallace isimli ağır depresif abimizin yazdığı biraz ağır bir kitap. Ömrü elektroşok tedavileri ve antidepresanlarla geçmiş neredeyse, bunun izleri kitabın heryerine sinmiş vaziyette. Sana bana göre sıradan bir durumu öyle bir çözümlüyor ki, ulan diyorsun nelerin altında neler yatıyor, hakikaten haklı. Rahat kafayla okunması gerekiyor, tuvalete giderken yanınıza alıp götürebileceğiniz bir kitap değil mesela. 2008'de artık dayanamayıp intihar eden Wallace'ın Infinite Jest adlı kitabı oldukça konuşuldu bir ara, hala da övülür. Türkçe baskısı yok sanırım, olsa da okusak. "How to read" rehberleri etrafta uçuşuyor, orijinali okumak pek yemedi.

Geçenlerde liseden canlarla buluşup Sakal'a oturduk. Erdal Beşikçioğlu'mu lan o?! paranoyasıyla ikide bir arkamıza dönüp durduğumuz masamızın karşı duvarında üç afiş vardı. Bütün gün onlardan gözümü alamadım. Her bir afişte karakalem üç yaşlı adam. Altlarında da alıntılar. Sinek Sekiz yayınevi, birbiri ardına çöken sistemlerden kaçıp doğaya sığınan, cevaplarını ekosistemde bulan, isim hikayesinin içinde de bol miktarda Ankara, eser miktarda da Beytepe bulunan pek güzel bir oluşum. Sürdürülebilir Yaşam Kitapları ismini verdikleri kitapları ise geri dönüşümlü kartondan iplik dikiş ve sertifikalı kağıtlardan yapılma. Doğasever yayınevini ben çok sevdim, kitapları da ajandaya aldık.

Pek televizyon izleyen birisi değilim lakin Trt Okul açıldığında merak edip uzun süre takip ettim. En bayıla bayıla izlediğim programı da Ne Diyoruz, Ne Anlıyoruz? Prof.Dr. Cengiz Güleç, Prof Dr. Ahmet İnam ve pek sevgili Mehmet Ali Kılıçbay. Bu üç harikulade adamın sohbetlerini kaçırmayın; ben böyle bilgi birikimi görmedim arkadaş, o kadar söylüyorum. Bir ayna ile üç büyükleri kadraja alıp çeken çakal yönetmeni de kutluyorum.

Evde, arabada radyo takıntısı olan bir insansanız, dinlendirici ve güzel müzik dinlemek için Max Fm dinleyebilirsiniz, öneririm. 95.8 frekansında, ikide bir dönüp, neymiş lan bu şarkının adı dedirtiyor, sitede yazıyor.

EVET HER BİRİNDEN REKLAM ALDIM ŞU AN YÜZÜMÜ GÖZÜMÜ PARAYA SİLİYORUM.

Eğer sizler de tavsiyelerde bulunmak isterseniz, önerilerinizi bir kapıda yazıp, mektup zarfına koyup, mektup zarfının zamklı kısmını yalayın. Posta Kutusu 500, Teknikokullar Ankara. Yoo değil.

Neyse hadi selam söyle. Al bu da son.

OTUR DA SONUNU BEKLE, KURTLU MUSUN MÜBAREK!!

imza: her Marvel yapımında, kapıda durup uyaran teyze.



not: gel de bi' sene bekle.

Tumblr hesabım olsa, giderim bir kaydın altına ki zaten 10 kişiden 15'i bu samimiyetsiz icattan muzdarip olduğundan; arkadaşım derim, inaf vit det lomo! Detz nat oricinıl, fak of. Sinsirli, ebru.

Google Translate kullanıp bir iki cümleyi Türkçe söyleme gayretindeki yabancı tanıdık, eş-dost. Çok tatlısın. Ama artık yapmasan iyi olur.

Pek saygıdeğer Ntv yayın koordinatörü, ya da artık bu işlere kim bakıyorsa işte. Sabaha karşı yatan insana biraz daha değer verebilir misiniz? Çünkü biz evde her gün hadım edilmiş kuzu kıkırdağı falan pişirmiyoruz. Onu geçtim, sabaha karşı dolapta bulduğum üç beş buruşuk zeytini o pizzayla ikame edemiyorum. Sayın Milor yemesin demiyorum, yesin, yarasın. Ama Allah aşkına şunu gece kuşağından kaldırın, N'OLUR YA!

"O başka mahallede ben de çayı en az iki liradan satarım; ama biz çayın elli kuruş olduğu yerde kötüye kötü deriz, sanat eseri demeyiz." -Erdal Bakkal.

İmkan verseler, gidip tamir servisinde çalışırım. Alırım ingiliz anahtarını, usta var mı gevşek? diye girerim kapıdan. Araba motoru ilk tercihim de, işte puanlar yüksek diyolar bu sene; belki altına Tamir&Tadilat da yazabilirim. Küçükevaletleri101'i verdin mi gerisi kolay diyolar da bakalım. Hep torpil, herkes ikmale kalan küçüğü göndersin sanayiye anasını satayım, BİZ N'OLUCAZ LAN?! Menteşe mi o? Tutmayın küçük enişteyi.

Mutlu olacağımıza inandığımız şeylerin peşinden cesaret edip gidebilsek... Özlü söz türetilemedi, mutlu olurduk demeye getiriyorum. Çabalıyorum. Çok para da lüzumsuz. Afrika da hariç değil.

Daha önce yemeğini yemediğimiz bir yere "çayı güzeldi, yemekleri de iyidir kesin." diye gittik. Hep öylesi denk gelmiş, ben nereden bileyim öylesi hayın olacaklarını. Çılgın çayı var, bardakların sirkülasyonundan başın döner, daha önce böyle bir renk görmemişsindir falan. Dersin, çayı böyleyse kimbilir... Öyle değilmiş ya, bir hayınmışlar bunlar. O güzelim çayı sırf müşteri çekmek için kötü emellerine alet etmişler. Çayın fiyatını yukarı çekmek kadar adice. Hesap geldikten sonra birer tur çay ikram etmemek kadar pintice. Ayıp ayıp, biz de biliyoruz evde içmeyi, pis herifler.

Bir önceki kayda ekleme: "Yazısı güzel olan erkekler romantik oluyor." Şimdi bir şey derdim de...

Bir muhabbet ortamı oluyor diyelim, hararetli bir tartışmaya girişiyoruz. Deli bir beyin fırtınası kopmuş gidiyor. Ve ben diyeceği diyorum, konu kapanıyor, eve çıkarken merdivenlerde aklıma öyle bir şey geliyor ki; Allah'ım! Utanmasam apartman boşluğunda çığlığı basacağım yani öyle deliriyorum. NİYE ŞİMDİ AKLIMA GELDİ BU BE?! Orada söylesem ne biçim etkili olurdu, belki dünyayı bile değiştirirdim, sözleriyle tarihe yön veren 82 insandan biri olurdum, asardım keserdim!!1? Rabbim kimselere böyle azap vermesin, pişmanlık desen değil, öyyyle lanet bi halt. Canlı da örneği her seferinde gözümün önüne gelir: The ocean called, theyre running out of the shrimp!

Tatil, tembelliğe övgüdür diyor Serra Yılmaz. Vallahi. Çayın var mı abicim, taze? Kafayı bozmuş bu gençler, kaçın kaçın.

yanıyorum yanıyorum yanıyorum hele!

sarışınlar üzerine.

Genellemelerden nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Bütünün bölünme zorunluluğu varmış gibi bölünüp, her birine bir kılıf giydirilmesi kimsenin zoruna gitmiyor. Herkes herkesi kendi çapınca çemberlere yerleştiriyor. Amma kolay iş.

Ciddi yahut değil, bir argümanın karşısına genellemeler getirmek, onun antitezini oluşturmaz. Bir fikrin yoksa, fikir beyan etmezsin. Bu daha basittir. Susmak. Bugün susarsın, yarın gider öğrenirsin, öteki gün konuşuruz. Bu süreç içinde, sunacağın argümanın kalitesini artırırsın. Sahte bir ego tatmininden daha ötesini getirir en azından.

"Kadınlar karmaşıktır." "Erkekler öküzdür." ... Hayır, burada cinsiyet hiyerarşisi yapacak değilim. Çok iyi biliyorum ki eğer bir kaç şey yazacak olsam, biri çıkıp "feminist" diyecek; eminim ki genelleyecek. Değil midir, kadın haklarına dair üç beş kelam laf etsen feminizmden dem vuranın çok olur. "Erkek" sözcüğüyle başlarsın cümleye, devamını dinlemez, onları güç simgesi olarak algıladığınla falan yargılar. Bu uzar gider. Genelleme, yaftalama gırla.

Ne diyordum... Kadınlar karmaşıkmış. Hangi kadınlar bunlar? Bayramdan bayrama görüştüğün akrabaların mı, böbürlene böbürlene anlattığın eski sevgililerin mi, dizilerde filmlerde gördüğün "prototip"ler mi, salak- kadın dergilerinde anlatılanlar mı, dolmuşta yer verdiğin mi, bakkalın karısı mı, Ayşe Arman mı? Kim lan karmaşık olan? Neye göre karmaşık? Neresi karışmış? N'olmuş, nesini çözemedin? Sen neyi çözdün de daha? Türk kadını mı? Avrupadakiler mi? Kayseridekiler mi? Hangileri?

(Masumiyet'ten;

"Ortağım mısın lan, #?&%*")

Demiyorum ki regresyon oluştur, bana bir oran ver; "erkeklerin yüzde sekseni duygusuz" de falan. Bu tarz bir bilgiye ihtiyacı olmak nasıl bir durum, onu kestiremiyorum, ama meraklısı vardır mutlaka. Diyorum ki, nereden biliyorsun? Hepsini aldın karşına, anasını satayım tek tek baktın. Oldu.

"78'liler salak oluyor." Deme yahu? Ne bildin? Neye göre, 79 jenerasyonu sudoku çözmeden uyuyamayanlardan mı ibaret?

Bu yakıştırmaların nasıl bu kadar rahatlıkla kullanıldığını anlayamıyorum arkadaş. Çoğunluğu arkana almış olmak güç veriyor, bu anlaşılabilir bir durum; ama mantıksız. Siz gençler yok mu... Eee? Çok şeysiniz... Ne lan? Biz kimiz? Ben, abim, bi de yufkacının oğlu Kadir mi? Gençlik bizmişiz lan Kadir, çıkar eldivenleri, gidiyoruz!!


Genellemeler en çok da bir savunma aracı olarak kullanılıyor, bu da yetmiyormuş gibi savunmanın niteliğini artırdığı gibi yaygın bir inanış var. Bak yahu. Vallahi kolay iş. Salla gitsin.

-Bu odanın hali ne? Başaklar titiz olur!

Başaklar kim ya?! Astrolojiden hazzetmediğim yetmiyor, bir de beni de katıyor o sınıfa. Başaklar. Ben onlardan değilim arkadaş, beni ayır. Beni tenzih et. Bana kirli konuş... Doğru konuş lan, ağzını topla!

Şunlar şöyledir, bunlar böyledir, siz şu türlüsünüz, onlar bu türlüler, hepiniz aynısınız, hiçbiriniz şöyle şöyle değilsiniz bıdıbıdıbıdı.

Niteliksiz kişisel sınıflandırmalar. Aman arkadaş, beni karıştırmayın da, istediğiniz haltı genelleyin. Kendimi tenzih ediyorum.

got change?

...

"Elli kere tekmeledik, nihayet! Vaay, doktor n'aber ya? Tamam lan vurma yeter! Aaa, annem mi o benim. Vallahi de annem benim o. N'abıyon anne?! Versene beni anneme hemşire karısı! Nereye gidiyoruz ya? Anne diyorum, hoop! Bayılmış mı o?"

"Selamaliküm gençler! Ohoo, yenidoğan koğuşu böyle mi olurmuş. Azıcık ağl... Aaa, camdan bi adam bakı... Aaa... Ba.. Neydi lan? Hah, babaaa! Bak bak n'apıyorum bak! Ehehehe, bak bak, nihehehe. Bıraksana hemşire karısı! Dayt!"

"Ya gitsene arkadaşım başımdan! Git be! Yeni doğdum ben, yeni yeni. Yeni lan! Sokmasana parmağını gözüme gözüme. Oha bileğimi burkuy... ANNEEE! Kim bu ya?! Abi mi? O ne demek be, gönderin geri gitsin ya! Lan bıraksana kundağımı!"

...

"Hadi dedenler gelmişler, inelim!"

"Alo? Nasılsın?"

"Go do RP, derp."

...

Hardal? Kalk kalk bi'şey anlatıcam. Ya da şeyler.