Rıza a.k.a Robin Hood

ÜÜÜ hep güve olmuş buralar çekil çekil.

Az havalandırayım.
---

Öncelikle şunu söylememe izin verin:

Sizin o Robin Hood diye yere göğe sığdıramadığınız herif, eşi benzeri bulunmaz bir puşttu.

Zenginden alıp fakire verirmiş. S*ktir lan.

***

Ben Can. Ama siz yıllarca beni Küçük John olarak bildiniz. John’u anlıyorum ama bir insanın “küçük” sıfatıyla anılması kadar terbiyesizce bir şey olamaz. Ulan denizaşırı illere ulaşıyor namımız; ama küçük enişteden halliceyiz. Neyse. Kendisi gibi hikayesi de yalan dolan olan bu şahsın adı da Robin Hood değil, bildiğimiz Rıza’dır.

Rıza benim ev arkadaşımdı.  Üniversite yıllarında ev arkadaşı aradığım dönemde tanışmıştık. Eve öyle hızlı yerleşmişti ki anlayamamıştım. İlk geldiği günden halılara sinmişti ayaklarının kokusu. Odam hangisi diye sormadan tuvaletin yerini sordu. Geldiği gibi de tuvalete girip bir saat falan çıkmamıştı. Hayvanoğluhayvan ya. Bak anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor.

Rıza deyimi yerindeyse tam bir hayvandı. Eve gelen arkadaşlarımızla pek iletişim kuramaz, kızları da korkutup kaçırırdı. Milletin çerez tabağına hunharca elini daldıran, ortamlarda sigara paketlerinin yüzde elli hissesine sahip, büfeye bira almaya giderken ayakkabılarımı arkalarına basarak giyen, ütü ne bilmeyen ve diş fırçasına fiziken ve manen hiç sahip olmamış bir hayvan.

Memleketinden hiç erzak kolisi gelmedi Rıza’ya. Arada bir yerlerden para bulur, onunla da Allah razı olsun en kötü marketlerden en kötü marka yiyecek içeceği alır gelirdi. Ama evde dolaptan hep benim aldıklarımı yerdi. Sorsan o da dolabı dolduruyordu ama onun aldıklarını nedense o bile yemiyordu. Rengi beyaza yakın Karacık hindi sosisi, Glikoz şurubuna batırılıp çıkarılmış Rabia fındıklı gofret ve karton koli aromalı Aycin marka vişne nektarı, almayı en sevdiği  gıda malzemeleriydi ama benim  aldığım İkbal sucuklar, Milka gofretler ve Cappy vişneler hafta dolmadan biterdi her ne hikmetse.

Üniversiteden sonra da eve iyice yerleşen kahramanınız, pişkinlikte gerçekten bir dünya markasıydı. Uzun, upuzun bir süre işsiz kaldığını ve aylak aylak dolaştığını belirtmeme gerek yok herhalde. Bakkal veresiye vermeyi bırakın, sokağın başına adam koymuştu, yakalayıp bir güzel sopa çekmek için. Ama Rıza uyanıklıkta da bir dünya markası olduğundan her akşam eve aşağı mahalleden dolanıp gelirdi.
Rıza bir ara her akşam geç saatlerde evden çıkmaya başladı. Nereye gittiğini kaçta geldiğini falan soramıyordum bile çünkü ben kalktığımda o uyuyor oluyordu. Evi otel gibi kullanıyordu ama beş kuruş para verdiği de yoktu. Bazı günler odasına girip bakıyordum, garip garip torbalar, ağzı bağlı çuvallar falan getirmiş oluyordu yanında. Bir işler karıştırıyor herhalde diye fazla kurcalamamıştım; ta ki o güne kadar.

***

Bir gün, sabah ezanından önce içerden gelen patırtı gürültüye sıçrayarak uyandım.  Aha dedim hırsız girdi, oğlum Can al eline sopayı. Gözümü zor açıyorum, bir halt da gözükmüyor, elimde sopayla girişe doğru ağır ağır yürüdüm. Şangır şungur sesler bana doğru gelmeye başladı, bir silüetle beraber. Lan bağırdım bağırıcam. Elimle duvarı yoklayıp lambanın anahtarını buldum. Bir açtım ki... Allah belamı versin hayatımda bu kadar çirkin bir şey görüp de bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Yüzü gözü kapkara olmuş, üstü başı yağır içinde, sırtında bir kirli çuval, Rıza dikilmiş bana bakıyor.

-LAN?!
-Abi bağırma ya zaten yoruldum, çekil...
-Bak sen şunun tavırlara bak hele ya. La oğlum sen gel bakiyim şöyle, iyi la valla ne güzel hayat anasını satayım ye iç, yatmadan yatmaya gel, bi de bize köpek çek. Geç lan salona, geç!
-...

Uzun uzun anlattı en sonunda. İşsizlik kronikleşince bu da kendi yolunu bulmak için mahallede ne kadar it kopuk varsa kendi çetesini kurmuş. Bunlar her gece milletin uykusunun en derin, mahallenin en sessiz olduğu vakitte çıkıp, esnafı yolmaya başlamışlar. Nalbura, marangoza, beyaz eşyacıya, Tuningci çakallara musallat olmuşlar. Ağır, eritilip yontulabilecek ne varsa kaçırmaya başlamışlar. Çuvallara doldurup anlaştıkları mafyalaşmış tiplere satarlarmış, o paralarla da yollarını bulurlarmış. Bir ara çevre mahallelere de dadanıp trafik levhalarına, kavşaklardaki lambalara falan da iştah kabartıp işleri büyütmüşler ama Rıza vazgeçmiş çünkü her mahallenin çetesi ayrıymış, “herkes önünden yesin abi, fazlasında gözümüz yok” diyor. O gün eve getirdiği çuvalı da teslim edemeyip eve getirmiş. Lan Rıza aklını çuvala koyayım Rıza.

***

Sonraki günlerde Rıza, Mirc’de tanışıp konuşmaya başladığı yabancı bir kıza bayaa sardı. Hatta o kadar sardı ki, kızı getirip Müslüman edip nikahına alacağını falan söylüyordu. Abi, Rıza bir gün evde yokken bilgisayarda işim vardı. Kız yazınca dayanamadım açtım okudum bütün konuşmalarını. Bak... Allah belamı versin böylesi palavrayı ben bir arada hiç görmedim. Nick olarak Robin Hood’u almış kendine. Kıza kendini anlatmış, mahallede zengin esnaflardan alıp sokak çocuklarına ekmek parası verdiğini falan söylemiş ki aynı Rıza geçen ay, üst sokakta yatan balici Miço’yu tekmeleye tekmeleye bayıltmıştı. (Gerçi Miço sızmış o esnada baliden, sonradan öğrendik) Neyse, işte beni Küçük John diye anlatmış, ayakçısı gibi anlatmış bir de pezevenk. Sheriff diye de sürekli mücadele halinde olduğu birini yazmış,  ama o da aynı bizim emekli albay-yeni yönetici Şerif Bey. Ulan geçen ayın aidatlarını iç etmiş demek ki; ben de diyordum bayram değil seyran değil Rıza bana niye pide yaptırdı?

İşte böyle.

Bir de kıza Sherwood Ormanı’nda yaşadığını yazmış. Lan yatıp kalktığın ahırdan Alemdağ Ormanı zor görünüyor o nasıl hayal gücü hıyarağası. Nottinghamshire da Siirt’in bir semti herhalde.

***

Bir süre sonra Mirc bitti.

Rıza da s*ktir oldu gitti.