360

Hayat çok çok basit. Aslında herkesin günün birinde kurabileceği bir cümle bu. Hayat çok boş. Ölüm çok yakın. Aynen bunlar da öyle. Aslında pek klişe de sayılmazlar. Eh, belki ilk bakışta çok sıradan, çok bayıcı gelen cümleler. Ama yaşananların üstüne kurduğum zaman cidden çok çok anlamlı oluyorlar. 


Zaten genellemelerle işim yok. Kurduğum cümleler tek kişilik. Burun kıvıracakları dışarı alalım. 

Uyduruk uyduruk şeyleri kafaya takıp binlerce beyin hücremi sıkıştırarak patlatma girişimlerim hep olmuştur. Bundan sonra da olur, netice itibariyle değişime uğratamayacağım bir özelliğim. Fakat ne boş beleş şeylere kafa yorduğumu bugün yeniden anladım. Ne kadar boş beleş şeylere kafa yorduğumuzu. 

Aman hepimiz her gün ne zorluklar yaşıyoruz, azıcık zorlandın da filozof mu kesildin diyenler de olur muhakkak. Tekrar edeyim, sayfayı kapat kalbini kırmayayım. 

Ölüm var. Uzak yakın, kısa uzun, sancılı, ani, beklendik beklenmedik. Aslında tamamiyle beklendik bir olgu. Fakat unutuyoruz. Ya da düşünmeyi erteliyoruz. Tıpkı diğer can sıkıcı şeyleri ertelediğimiz gibi. Başımıza gelmeyecekmiş gibi. 

Bugün varlığını hissettirip gitti. Bir yoklamaydı belki. Bir uyarıydı ya da. Bir işaret. Bir tesadüf. Dikkatsizlik. Her nasıl inanıyor ya da inanmak istiyorsanız işte. Bense bilemiyorum. Sadece tek bir şeye odaklandım. Her an her şey olabilir ve bunu görmezden gelemem. Bu. Bu kadar. 

Elim ayağım titrerken de sakin kafayla oturup düşününce de sadece bu geldi aklıma. Bir anda bitebilir her şey. Çok kısa bir sürede. Milisaniyenin de binde birinde. O an kimsen yok. Hiçbir şeyin yok. Hiç kadarsın. Varsın ya da yoksun. Önemsiz, gereksiz şeylerle dolu kafanın içinde sadece korku var. 

Gözlerinin önüne sınırlı sayıda şey geliyor. İki üç insan. Film şeridi falan hikaye. Önündeki emniyet şeridini bile takip edemezken neyin filmiyse o. 

Ve bunu paylaştığınız hiç kimse sizin kadar dehşete kapılmıyor. Belki basit geliyor belki küçümseniyor korkunuz. O biraz can sıkıcı. Tıpkı şu an sadece hikayenin sonuna gelebilmek için hızlı hızlı bunları okuyanlar gibi. O da biraz can sıkıcı. Empati falan beklemiyorum elbette, olayı büyütmeye de çalışmıyorum. Gelmeye çalıştığım nokta, şu hayatta en büyük vefakar da olsa, insanın tek önceliği kendisi. Ama onu da hayatının büyük bölümünde dikkatsizce düşüncesizce yaşıyor işte. Sonu yokmuş gibi geliyor. 

Ama ben baştan söyleyeyim. Sonu var. Hem de fevkalade yakın. 

Kabak Çekirdeği

Kabak çekirdeğini tek hamlede açıp yiyebildiğim gün... İşte biiiz ooo güüüüün tükeneeeceğiiiiiz. Açamıyorum köpoğlunu ya, kabuğu yarısından kopar ben onu yutarım öksürürken öleyazarım, sonra elimle içini çıkarmaya çalışırım da yarısı çıkar yarısı kalır biraz ufalanır. Bi rezillik. Evde çok pratik yaptım. Kimseler yokken dedim şuna bir çalışayım. Odama kapanıp saatlerce yarım kilo kabak çekirdeğini mundar ettim. Yok arkadaş olmuyor yani demek ki. 

Mesela dedem. Vay benim can dedem. Ben kendimi bildim bileli dedemin tercihi hep kabak çekirdeği olmuştur. Öyle muntazam çitler ki aklını çıldırırsın. Ben izlerim onu dikkatle de o sonda bi hareket yapıyo alelacele atıveriyo ağzına. Onu bi çözersem bu iş tamam bence dedem gizli formülü biliyor ve benden saklıyor. Bence bunun sırrını bilenler de kimseye söylememekle yükümlü. O yüzden öyle güzelce sorunsuz kabak çekirdeği çitleyebilen insan sayısı çok az. Kabak çekirdeği unboxing videosu yayınlandı mı ya?! 

Tabii kimisi de çitleyip içindekini bana veriyor, orada da balık tutma mevzularına girer miyim bilmiyorum karışık duygular içindeyim ama yapacaksanız da çekirdeğin içini dişinizden ağzınızdan çıkarıp vermeyin rica ederim. Seviyoruz dedik de biz de insanız o kadar da ölmedik. Yemeyivereyim ölmem yani. Yok yok sen ye ya ne zahmet ediyosun. Ya ye sen hiç yiyemedin bana vericem diye. Sevmem zaten ya çok. Şey salyan uzadı da hep çünkü ehehe. Aaaa leblebi yiyeyim ben ya ehehe. Ehhööhöğğğğ...

Beyaz leblebi ile de yıldızım hala barışmış değil. Barışkın (shakerda kelime yaptım) olanlar varsa da pek rastlamadım. 

Beyaz leblebiler kuruyemiş kasesinin dibinde en sona kalmaya mahkumlar. 

Tıpkı... (Yılış yılış bir sona doğru peygamber vitesiyle giderken manevra yapayım) Öyle işte. Karışık kuruyemiş alıp da kaypaklık yapmayın nolur ya. Fındığı ayrı al, antepi ayrı al, istediğimi yiyeyim ben. İlle de karıştırayım dersen renkli tatlı leblebileri bi ayrı bi kese kağıdına koy midesiz kuruyemişçi. Pis be. 

Antepleri de hep komple kapalılardan seçip de koymuş. Soğan gibi vurup mu açalım, mengeneyle mi oturalım napalım?! 

"Ben küçükken leblebileri kolanın içine atıy..." EVET ÇOK FARKLI Bİ ÇOCUKLUKMUŞ GERÇEKTEN SÜPER EŞSİZ KURUYEMİŞ MUHABBETİ VAY ANASINI! 

Kuruyemişi de ısıtıp ikram eden komutan ne güzel komutan, çayları senkronize dolduran albay ne güzel albaydır. Albayım. Olric falan. Havalı bitiş.