karışık kaset

Blogdaki ayarsız adamlı video silsilesinden tiksindim resmen. Böyle söyleyince de her yazıya adamlı video koyuyormuşum gibi, sanki açmışım gibi böyle şeylere. Aç değiliz açıkta değiliz. Ne bağlamda? Olmadı değil mi. No.

Pop Saati'nin neredeyse benimle yaşıt olmasını ne yapalım peki? Bence Hakan Peker ve Pınar Aylin'den sonra Türkiye'nin Benjamin Button'lığına Erhan Konuk gelebilir. İlk üçe oynar gibime geliyor. Bence hiç bitmesin.

Pop Saati | alkislarlayasiyorum.com



Ya şimdi böyle de söylemek istemiyorum. Rock Market vardı bilir misin? Lan ne beklerdik onu gece izleyebilmek için. Bir jenerasyonu tümden kaliteli müzik konusunda bilinçlendirdiler o programla. Trt'nin adam akıllı işler yaptığı dönemlerdi bunlar. Aynı dönemler dedemler TSM dinletilerine gider bize de el sallarlardı, ayrıntımı öpsünler, ondan sonra bozdu işte. Ben bu ara ne salladım di mi TRT'ye. Leyla ile Mecnun olmasa ben daha neler ederdim de dua edin siz. YA NEYSE! Geceleri başladı mı abime hayvanlar gibi bağırırdım, "aaağbiieeeee rakmarket başladııııııaaaağ" şeklinde. Sonra kafama terlik yedim. La dedim herhalde gece olduğundan ötürü. Sonra yanına koşmaya başladım, o zaman da abim şey yapıyordu, kızıyordu yani, "nebaarıyonlan!" şeklinde. Beni çok bastırdılar bu evde, bi tarafım ezik büyüdüm ben. Yok lan ne ezilicem, adamın aklını alırım. Başlarda abim gelirdi, izlerdik falan. Sonra ben bunu haber vermeye devam ettim her seferinde ama abim gelmemeye başladı. "Tamaaaam." derdi içerden ama gelmezdi. Çünkü bilgisayar, internet, Numan'dan alınmış karışık çekme kasetler, Blue Jean'in verdiği cd'ler falan derken, Rock Market'te çalanlar o kadar da orijinal değildi artık onun için. Ama benim için öyleydi. Çünkü tamam, açar cd'lerden falan izlersin klipleri, o imkan var evde. Biz deli arşivciyizdir de. Yani o imkan var ama onu o gecenin bir vakti televizyondan izlemek, seninle birlikte başkalarının da izlediğini düşünmek falan, o programın bir havasının olması, daha o yaşında genç kız anket defterlerine izlediğiniz program bölümüne ROCK MARKET HELLYEAH FUCKYO falan yazmak, inanılmaz heyecanlıydı. O sonuncu yok, ya da var ne biliyim lan ben şimdi. Biz büyüdük ve kirlendi dünya lölölö yapmayacağım merak etme. Abim sallamasa da ben izlemeye devam ettim. Ah ulan rakmarket. Bak müziğini de buldum.



Sonra ne halt yemeye yaptılar bilmiyorum ama Rock Market bitti. Allahım ben nasıl çıldırıyorum ama, nasıl bitiyor ya rakmarket! Lanedemekrakmarketinbitmesi! Amerika'nın bir oyunu falan bence............... Hala çok sinirliyim. Sonra Çıngırock mı ne, öyle de kolpa bir isimle aynı şeyi yapmaya çalıştılar ama YEMEZLER. Yürrrüüüüü! Ayıp denen bir şey var be. İki damla heyecanım vardı onu da aldın götürdün Trt. Sonra Rock Market Tv8'de devam etti bir süre, Hicri, Aptülika falan da vardı işin içinde. Ama yok be gülüm, eskisi gibi olur mu. Şener Abi'nin hatrı da bir yere kadar.

Bir keresinde Graveworm'un bir şarkısını yayınladılar hatırlıyorum, aklımı oynattığımı da hatırlıyorum, böyle masaya çıkıp oradan halıya balıklama atlamış falan olabilirim. Öyle bir his. Lan bir kere de otobüsle Giresun'a abime gidiyorum, o zaman da otobüslere bu müzik dinlemek falan için ekranlar konulmuş, herkesin koltuğunda bir tane var. İster film izle, ister müzik dinle. 11 saat yol nasıl geçecek lan diye hayıflanırken bir bakayım dedim, nedir, ne değildir. Ve gördüğüm manzara ile şoke oldum. Bak sana şöyle göstereyim hatta:

Şu ekranla karşı karşıya kaldım. Hayır bir önceki ekran böyle Sertaç Ordar'la falan dolu bir playlist. Bu böyle. Graveworm. Arkadaş ben çıldırmayayım mı. O hep kekleri falan mundar etmişim ben, molada muavin kolonya çaldı suratıma da anca kendime geldim. Kendine gel bunlar olacak, dedi. Ben 11 saat nasıl gittim hiç bilmiyorum.



Konu nasıl Graveworm'a geldi, onu hele hiç şu an çözemedim.

Dün de kanalları hızlı hızlı geçerken, KanalD'de bir dizinin öyle bomba bir repliğine geldim ki içtiğim ilaç burnumdan kapsül olarak çıktı, öyle bir güldüm. Oğlanla kız oturuyor bir bankta, kız kalktı bir hışımla gitti, oğlan da arkasından bağırıyor " git babanın bağkuruyla hormonlarına baktır!" diye. Ya hasta mısınız o nasıl replik arkadaş, öldürdü beni gece gece ya. Ahahha.

Ahahhanelanadamgibigülgüleceksende!

Az önce bir canparesiyle konuşuyoruz, tırnak mendilini hatırlattı bana. Tırnak Mendili! Hatırlayan var mı. Her Pazartesi tırnak kontrolü yapan nevrotik örtmenlerin icatları hep bunlar. Ama Türkiye'nin her yerinde bu uygulamanın yapıldığına dair kesin ve keskin bilgiler var elimde, Milli Eğitim Bakanlığı'nın aklı mı karışmış acaba? Neyse, her Pazartesi kesilmiş, tertemiz tırnaklarla gelirdin, ve hoca kontrole başladığında o mendille beraber gösterirdin ellerini. O mendil de temiz, ütülenmiş, gömleğin cebinde hazırolda beklemeliydi. Allahıma bin şükür hiç başım öne eğilmedi sınıfta. Hep gururlu biçimde elimi uzatıverirdim mendilin üstünde. Ama şunu bir okuyun. Tırnak mendili deyince de bir mide bulantısı oluşmuyor mu sizde de? Tırnak pidesini n'apalım o zaman? Susaymışım iyiymiş de.

Ben bazen dünyanın en meşe odunu olmaktan ötürü kendime inanamıyorum ve şu an bu cümlenin öğeleri hiç umrumda değil. Şimdi arkadaş, belli şeylere paramı harcamayı seviyorum. Tamam. Ama bazen, birşey alınacak olduğunda, ya da birisi bir şey alırken, o an geliştirdiğim ikna mekanizmalarını benim aklım hayalim bile almıyor. Mesela geçen gün abim xbox alalım dedi, ben de neden dedim. Mesela normal şartlarda bu soruyu sormamam gerekiyor burada. Ama o da saçmalığımı mazur görüp cevap verme erdeminde bulundu. Oynarız dedi. Oynanan birşeymiş demek ki dedim ben de. Sonra ekledim, biz tüplü televizyon sahibi insanlarız, nereyealıyon? O da dedi ki o zaman bir de plazma alırız. He. Bizim Satın Alma Gücü Paritemizi ben size şöyle anlatayım: Alamayız. Öyle bir paritemiz yok bizim. Neyse dur, ben de dedim ki alıp napıcaz? Bir tarafımıza sokucaz cevabını almaktan çok korktum ama o sadece bakmakla yetindi. Ve ben ekledim. Televizyon izlediğimiz mi var? Böyle buyurdu zerdüşt. Yani eğer alabilecek olsaymıştı abim, ben ne biçim argümanlarla mal sahibi olma şansımızın önüne geçecekmişimdi.

Ya da geçen gün bir arkadaşım telefon bakıyordu Vatan'da. Yanaştım yanına, dedim ki nabıcan telefonu. Bak soruya bak. Yine yukardaki edepsiz cevabı alacak gibi oldum ki, o da oluruna bırakıp telefonun özelliklerini saymaya başladı. Vay efendim internet de kamera da piksel de kıl da yün de bir ton şey. Eee? dedim. Onları her dakika da yapmayıver, ulaşamayıver dedim ya. Arama fonksiyonu olan birşey alsan olmuyor mu dedim. Sonra süpervayzır kolumdan tuttuğu gibi beni bir savurdu dışarı. Sen dedi benim satışlarımla mı ekmeeemle mi oynuyosun dedi. Teknosa'dan mısın lan sen? dedi. DIŞ MİHRAKIM LAN BEN dememle kafayı bi koydum buna. Piçebakbananasılçemkiriyola! Sonra arkadaşım telefonu aldı, ben de eve gidene kadar oyun oynadım. Öyle de bir insanım.

İşte durumlar böyle genco. Al sana bir de şöyle bir güzellik yapayım.

Ooo başkan n'aptın ya?! Dur dur çok yaklaşma, hastayım.

Olum öyle böyle değil, fevkalade hasta olmuşum ben haberim yokmuş. Başlarda benim kronik boğaz ağrım sandım. Mutlaka her sabah boğazım yanar benim, bi' yarım saat falan konuşamam. Öyle pis. Ama bu daha betermiş. Önce boğaz, sonra baş ağrısı ki galiba migrene yolu var. Sonra da grip gibi salak salak belirtiler.

Sonuç olarak iki gündür falan yataktan çıkamadım. Azıcık hareket edeyim, hayvanoğluhayvanın biri gelip kafama balyozla vuruyor arkadan. Bir yakalarsam var ya...




Tüm uyuzluğum boyunca bana yoldaşlık eden tek kedi.





Zamansız gelen bu hastalık beni televizyona itti. Bol bol yatıp ağzım yarı açık televizyona baktım. Bu esnada Fransa Ulusal Meclis'i "Soykırımı İnkar Yasa" tasarısını kabul etti. En önemli olayım buydu. Konuyla ilgili her programı her haberi izledim. Bunları belki başka postta paylaşırız.

İşin garip yanı, Fransa'ya uygulanacak yaptırımların sadece diplomatik alanda olmadığı. Tamam boykot ediliyor, mallarını almıyoruz, ağız dolusu küfür ediyoruz falan, çok sinirliyiz. Ama bunun medyaya yansıyan kısmı beni benden aldı. Şöyle ki, Biscolata reklamlarını bilmeyeniniz yoktur. Bilseniz bile bir daha izleyelim bence. Evet evet.



Bu Carlos.



Bu sevimsiz Enrico.



Bu da iki gözümün çiçeği Jean François.

Şimdi hocam, tamam kızgınsınız Fransa'ya ama, reklamlarda sadece Carlos ve Enrico'yu gösterip, Jean François'yı çıkarmanız hoş olmamış. O kadar da delirmeyin. Adam sağlık diliyor, ne kinciymişsiniz lan!

Bir de Trt1'de hemen yayın akışını değiştirdikleri çok açık. RUANDA OTELİ BU AKŞAM 22:00'DE! diye çok hırslı bir tanıtım yapıldı hemen. Filmi izleyenleriniz var mı bilmiyorum, ama güzel film, izleyin. Ama hemen böyle Fransa'ya gönderme yapar gibi, "soykırımsa, al sana Ruanda!"diye filmin yayınlanması, bir enteresan.

Benim bilinçli medyam(!), işini bilir.

nane likörü

Bilgisarayı kamerasından kendi fotoğrafını çekip de sanki kendisi çekmiyormuş gibi uzaklara uzaklara bakan adam ve kadın kişiler. Ne acayipsiniz ya.

Eskiden fotoğraflarda gülünmezmiş. Gülümsenmezmiş daha doğrusu. Hey gidinin eskileri, bir bakıyoruz fotoğraflara, herkes biyometrik, herkes Berlin duvarı. O durumdan, şimdiki afedersiniz yavşaklığa nasıl geçildi, hiç anlayamıyorum. Cıvık müdürüm afedersin. Yine de fotoğraf çekinirken gülen insanız, fazla sallamayalım şimdi.

Arkadaşıma doğum günü için birkaç hediye aldım. Hevesle açtı ve "bundan bende vardı ya neyse olsun" diye geveledi. Böyle hiç yüzü falan da kızarmadı, pişkin pişkin söyledi. AYIP AYIP! Varsa da söylenmez, ne beni rencide ediyorsun orada. Alıp kafanda parçalardım da doğmuşun o kadar, benim asabımı bozma. Zaten yükümlülüklerini yerine getirmeyen de bir insan kendisi. Muhteviyatı yüzde doksandokuz maneviyat olan sürprizlerden bir daha ___ görürsün sen. ___. Üç harf, jokersiz.

Geçen yazılardan birinde, bir soğandan bahsettim. Grip çekiyor soğan. Annemin bi' bitirme tezi bu. Mikrobu sünger gibi çekiyor, sen de grip olmuyorsun. Böyle bişey. Neyse bugün çıtır çıtır ses geliyor odada bir yerden. Nasıl tedirgin olduğumu ben sana kelimelerle ifade edemem. Aklım çıktı, odaya bişey girmiş dedim ya. Hayır evde de kedi var. Ama işte ondan da bahsetmiştim o yazıda. O da kedi gibi değil. Kuş, fare falansa eğer umrunda olmaz yani. İçgüdüsüz yaptırdık sanayide. Neyse, aradım taradım. Bi' baktım, soğanmış. Sen kabukları, dış çeperi çatla bunun, çakal gibi de filizlen. Oradan böyle yukarı doğru uza git. Şu an resmen grip çiçeğim var evde. Ve takriben bir senenin falan grip mikrobu var içinde. Uyuz olduğunuz biri varsa, yirmi kağıda okuturuz. İçime bir Çıkrıkçılar Yokuşu esnafının kaçtığını görür gibisiniz değil mi?

Hastalıktan korunmasını bilen, onu başkalarına gizlice aşılamasını herkesten iyi bilmez mi?

Sokrates

Doktorlara söz hakkı doğdu, hattımızda Kutsi var. İşin komik tarafı, bizim aile hekimimizin adı da Kutsi. Aman diyorum Ebru, tut şu çeneni. Tut şaka yapma. Adam işin kurdu olum, verir mikrobu virüsü gizliden, Allahını şaşırtır adama valla.

Ben bazen odamı toplarken çok utanıyorum ya. Yani olmadık şeylerin olmayacak yerlerden çıkması. Benim mi Allah'ım bu çirkin oda diyecek oluyorum. Iyy ne biçim yığmışım yine o koltuğun üzerineee. Bi'gün o yığıntının kıpırdadığını gördüm de aklımı oynattım o saniyede, aha dedim, üç beş harfli artık ne geldiyse bişey musallat oldu. Sonra bi burun çıktı içinden. Hardalmış lan. Hayvan içine sığınmış o elbiselerin. Bayaa sığınak yapmışım bilmeden, çantadan kapısı, kapşonludan oturma salonu var içinde.

Gardrobun üzerinde de türünün tek ördeği bir organizma yetiştiriyorum. Tozdan yaptım.

Bugün bir arkadaşıma frikikin Free Kick'ten ofsaytın Off Side'dan ve nakavtın da Knock Out'tan türediğini öğrettim. Beni yaşam koçu ilan etti. Yarınki dersimize kelime arıyorum.

Bu hafta sabahlara dek kütüphanelemek farz olduğundan, cebimdeki son kırıntıları da buraya dökeyim dedim. Görüşemezsek çok selamlar dayıngillere. Şunu da yolluk yapın yanınıza. Bilmiyor muyum ben sizi, hepinizin son teknoloji empiüçünüz neyiniz var. Denyoluk yapmayın, kimsede yokken bende discman vardı. Dağılın şimdi. HAVALARA BAK YA!

My Father's Son by Joe Cocker on Grooveshark


Bu böyle gece dinlemelik. Uzun yol şarkısı.




Bu da böyle delirelim, çıldıralım deyi.

Hadi gadalarını aldıklarım. O da neyse artık.

çok şey bi' insansın.

Mentor Palmastro ile konuştum, haberler iyi.

-Her zaman düşüncelerine önem ver.

-Hayal kurmaya devam et, bu hayalin gerçekleştiğini görebilirsin.

-Riske girmekten korkma, tedbiri de ihmal etmeyi unutma.

-Her zaman kararlı ol, kararsızlık sana zarar verebilir.

-Karşılaştığın zorluklar karşısında pes etme, bunların üstesinden gelmek gurur vericidir.

Bunları söyledi bana. Aşk/Sağlık/Para endeksi de 8/5/9 çıktı. 10 üzerinden.

Lan sanki böyle şeylere pabuç bırakan biriymiş gibi gittim, soktum elimi ağzına... Tabii böyle söyleyince çok kötü oldu. Önce ben ne halt olduğunu anlatayım. Mentorumuz Eski Yunan akıl hocası sanırım. Şuradan bakarsanız, nasıl birşey olduğunu görürsünüz. Neyse işte, 1 TL atıp, elini okutuyorsun, sana 1 dakika içinde böyle bi' döküm çıkarıyor. Saçma ötesi, ama işte "yalan söylersen elini geri vermiyormuş lan!" gazlarına gelip deneyeyim dedim. Elimdeki kağıda bakakaldım ha sonra da. Nasıl yuvarlak, klişe cümleler yazmış gözü kör olmayasıca. Halbuki umut bağladımdı.(!) Neyse yine de ben endeksi göz önüne alıp biraz hareketleneyim. Ehm.

O adrenalini yaşadıktan sonra yine bir Cuma sineması yapalım dedik. (Bugün günlerden ne olduğunu biliyorumi şaka yapmayalım.) Efenim, filmimiz Tehlikeli İlişki idi. David Cronenberg yönetmiş, Keira Knightley ve bir kaç adam oynamış. Neden öyle dedim, çünkü Knightley döktürmüş, sadece replik okuyarak oyuncu olunmadığını bir kez daha anlamış bulunduk. Konusu nedir, Sigmund Freud ve öğrencisi Carl Jung, gerek görüşerek gerekse mektuplaşarak psikanalizin temellerini atarlar, bu esnada Carl Jung'un bir hastası, Sabina, bu temellere büyük ölçüde yardımcı olacak, sonrasında kendisini de iyi bir yerde bulacaktır. RESMEN DVD KAPAĞI ÖZETİ YAZDIM YALNIZ, ben bunu okusam gitmek istemem şahsen. Ya, Freud'a dair değişik noktalar falan var filmde, gidebilirsiniz, zaman kaybı olmaz. Kırbaç sahnesi var lölölölö yapanlara da kulak asmayın, onlar 13 yaş altı izleyici kitlesi. (Doğuş'tan geliyor: bunlar babadan oğula böyle bunlar babadan oğula tpüh!) Neyse, sırada Sherlock Holmes II var, gelmek isteyen haber versin.




Ama bi' an ciddi ciddi paylaştığımı düşündünüz. Ama itiraf edin. Etmezsen etme lan Allah Allah.

ÇOK HAVALI DEĞİL Mİ?! Yüzü gözü olmayan, işi gücü de olmayan kızların fotoğraflarını paylaşıyorum şu an, aman Allah heyecandan ölmek üzereyim. Tumblr mı açsam acaba. Evet açsam ve sabahtaaan akşama kadar ayaklarını içeri doğru çarpık (tıpkı şunun gibi) tutup çeken kızların ayaklarını paylaşsam. Allah'ın gerizekalıları ya...

"O çürük elma Newton'un kafasına düştüğünden beri yaşam korkunç ağır."
-Taze Açan Nilüferler (Water Lilies in Bloom)

Geçen haftalarda Gezici Festival vardı, çok da güzel bir programla geldiler. Bir halt izleyemeden geçti gitti. İlk gün gittiğimiz Kısa İyidir gösterimindeki bir filmden alıntıdır bu söz. Dünyanın en güzel burunlu insanına film esnasında ajanda çıkartıp yazdıracak kadar etkilidir. Ben de çok beğendiğim filmleri arattım, bir tek bunu buldum:



Red, Stop! Green, Go! diyor nezarethanede, sonra ben Almanca bilmem, vay ben görmedim...

Gözüm yanıyorken uyumaya neden direndiğimi hiç bilmiyorum bazen.

Bir de şuna her gün en az 8 dakika gülüyoruz :



Ama 0:20'den itibarenki ilk 5 10 saniyeye. Her boka aynı tepkiyi vermeye başladım.

Sonunda çok samimi bir arkadaşım profesyonel bir fotoğraf makinesi aldı. Sonunda benim de arkası flu önü net fotoğraflarım oldu. Şu an basınla paylaşmıyorum, belki ilerde çocuklar iyakşamlaar.

İşte başka da canının sağlığı be, vallahi. Zengin içerikli ve saçmaötesi bir postu da burada sonlandırayım. Allahaısmarladık: Alasmarladık: Alasmaladık: Almasa mıydık? Allah diyen aslan. Hadi öptüm.

Morning Train by Sheena Easton on Grooveshark

mimmimimimikrofonşov

Selam'aliküm.

Hayvanoğluhayvan bir haftanın daha sonuna geldik. Canımı da al kurtulayım Hacettepe!

İt.

Çok afedersiniz. Küfür olmasa bile kaba konuşacakken, cümlesinin başına "afedersiniz" koyan insan yok mu. Ah o yok mu. Yok mu hakikaten artık? Çkttlsn. Mesela şey diyecek. Terbiyesiz diyecek. "çok afedersiniz, terbiyesiz!" diyor. Fransız dadı yoktu bizde tabi, Ayrancı çocuğuyuz lan biz! Yoo çok da değiliz aslında.

Ee, sen n'abıyon? Yorum bırakmışsın görmedim sanma. Mimlemeler falan. Hayır bir de nasıl... Ya ben sana işin aslını söyleyeyim. Ben mim konusunda hiç iyi şeyler düşünmüyorum. İllet oluyorum mim. Mim de mim. Nelamim?! (7 harf, jokersiz: Melamin) Ama sizi kırmak istemedim. İkinizin mimini karıştırıyorum hocam. Sonra yok ben duymadım, ben görmedim...

Kısaca fd adamı diyor ki, alfabeden harf seç, al o harfi, sıradan üç beş kelime seç, üçün beşin lafını etme hayvan herif diyor. Sonra o kelimeler üzerine birşeyler yaz diyor.

Larien de diyor ki, kendin hakkında diyor 7 gerçek.

Ben de bu ikisini karıştırıp kendi postumu yaratan fırsatçı bir düdük makarnası oluyorum. Mim zincirinizi de çok afedersiniz kırıyorum. Evet.

K baştan say!

Kırtasiye: Tanıştırayım, bu benim takıntım. Aklımı çıldırıveriyorum bir kırtasiye gördüm mü. Hiçbir şey umrumda olmuyor o esnada. Evde beş milyar kalem varsa da, biraz daha almakta bir mahzur görmüyorum mesela. Kağıt olsun, defter olsun, bant, ataç, silgi, uhu, zımba teli, !'+^&%/(/)O%. Kırtasiye malzemelerine de kokularına da, eve gelince onları yerleştirmeyi de kullanmayı da çok seviyorum. Almasam da gidip tezgahtaki bütün kalemlerle tek tek deneme yapıyorum boş kağıtlara. Ama asla adımı yazmam. Sonuçta adım benim o. Bi'şey olur molur da. Beni bilen bilir lölölölö yapmayayım, en iyisi bi' gün beraber gidelim.

Kronik grip: Yılda 2 defa olmak üzere, bir kışa bir de bahara girerkene grip olurum ben. Ama salgından değil. Etrafımda kimse grip olmasa bile, bir gün ağzım burnum tıkalı uyanırım mesela. Lan hep de sınav dönemine gelmesin mi? Tam konsantre olayım, kitaba dalayım diye kafamı eğiyorum, sen bütün vücut sıvım burnumdan gel. Tam anlamıyla burnumdan gelir. Evet böyle olur. Bi' de her seferinde acımasızca burnumu silerim ki böyle yara olsun da hayat boyu yansın dursun diye. Bir de enteresan olarak benim odamda hep bi' soğan var. Tepede duruyor. Annemin şeyleri işte, ne bileyim ben. O soğan orada durunca mikrobu çekiyormuş, bak o soğanı koyduğundan beri hasta olmamışım falan. Doğru mu ne acaba? Abim her kavga ettiğimizde soğanı kırar atarım odanın ortasına diye tehdit ediyor. Evdeki soğanlarla terörist saldırı gerçekleştirebilirim.

Kareli gömlek: Gömlek seven insanım. Herkes gömlek giysin istiyorum. Kendimi içinde rahat hissettiğim iki şeyden biridir. Diğerini söylemeyeyim de kudurun. (sie lan çok da umrumuzdaydı.) Neyse öyledir yani. Gömlek severim, ama severim diye de bokunu da çıkarmayın.

Kilo: Alışveriş yaparken şu cümleyi kurmam nadirdir: "Bu büyük geldi, bunun bi' küçüğü var mı?" Artık sen ordan şey yaparsın.

Kedi: Benim kedi niyetine beslediğim bir hayvanım var. Hayvan oğlu hayvan. Kedi de değil büyük ihtimalle. Koyun. Gizli koyun. Ama aynı zamanda veteriner hekiminden onaylı, "asabı bozuk"bi' arkadaşımız. Sevdirmez, oynatmaz, siyah giydirmez, uyutmaz, bi' rahat bırakmaz. Azarlarsan üstüne yürür, bağırırsan o da çemkirir hemen, odanın kapısını kapattırmaz, kapattığın anda alttan alttan tırmalar, o kapı açılacak. Tuvalete onsuz gidemezsin, kumuna işemez, lavaboyu kullanır. Suyunu da taze kaynağından içer, öyle tastan tabaktan içmez. Kalktığın anda oturuverir koltuğuna, yatağın orta yerine sırt üstü yatar da umrunda olmaz. Evde dikey duran ne varsa tırmalar. Her yeri kıl eder. Beni de kıl eder. Yemek beğenmez,yer yer doymaz, ders çalışırken gelir kitabın üstüne tüner, kalemlerimi yere atar, top atarsın koşar getirir, uyurken de bir traktör taklidi yapar. Piç ya. Adı Hardal kendisinin. Olduuu.

Kumla: Adını kimseciklerin duymadığı caanım belde. Bursa'nın en güzel yanı. Dedemin adam ettiği bir yazlığımız var orada, küçükken her sene giderdik. Hayatımda güneye tatile gitmemiş olmamdan mütevellit, bende ayrı bir yeri vardır. Arkadaşlarımın yaş ortalaması 65'tir. Sahilde zayıf insan yoktur. O sebepten gözünü sevdiğimin habitatında, kendimi inanılmaz mutlu hissederim. Akşamları yalı boyunca yürür, çay içer, geri döneriz. Sabahları balıkçı teknelerinin sesiyle uyanır, yalı boyunca yürür, karaköy böreği yer, geri döneriz. Yemişim Antalya'sını ya. Dedeeee! (Lan bugün de Dedemin İnsanları'nı izledim. Harika. O Ege samimiyeti, o konuşmalari o karakterlerin uyumu. Çok eğlendim. Benimsedim. Çetin Tekindor, sana hiçbir şey demiyorum.)

Koku konusunda inanılmaz hassasım. Kötü kokuya tahammülüm sıfırdır, güzel kokan şeyler beni mest eder. Helva kokusunu, kitap kokusunu, Vernel'in mor yumuşatıcısının kokusunu, annemin kokusunu bi' de ekmek fırını kokusunu çok severim. Genel kanı aksine bebek kokusu beni cezbetmemektedir. Ne var arkadaş?

Küçük tansiyonum biraz yüksektir.

Henüz kızamık olmadım ve korkmuyor da değilim.

Gerektiğinde küfür ederim. Irsi bir durum, önüne geçemiyoruz.

Kısa kesilmesinden yanayım. Netlik iyidir. Lafı dolandırmayalım, vaktimiz az, harekete geçelim, arkayı beşleyeyim.

Yazdığım yazıdan zerre keyif almadım.

Şunu kabul buyrunuz: Kıps*

*son günlerin tirendtopiği.

Aldığım kitabın, defterin arkasındaki fiyat etiketini sökmeden rahatlayamıyorum. O hele, bir kenarını tırnağınla kaldırıyorsun da yumuşacık çekiyorsun, geliyor da bir yerde yapışkanlı kısımdan yırtılıp elinde kalıyor ya, arka kapakta da hayvan pisliği gibi bir beyaz kağıt parçası. Ha işte o anın da o haysiyetsiz etiketlerin de Allah bin belasını versin. Sonra o yapışkan kalan yer kirleniyor falan da oralara girip kimseleri boğmak istemem, aman sen koru yarabbi.

Sinemaya gidecek oluyorsunuz ve bir ses geliyor. "Tıvaylat'a gidelim." Duyar duymaz ahahohaohahohoh şeklinde gülüyorsunuz. Ama arkadaşınızın suratına bakınca, onun ne kadar ciddi olduğunu görüyorsunuz. Biraz daha ahohoahah ama bu sefer daha buruk. Çünkü ciddi. Sonuç olarak ikiye ayrılındı. Simli vampir sevenler ve "George Clooney var oluum"cular. Eğer gece sinemasına gidelim, bi' değişiklik olsun derseniz Zirveye Giden Yol'u öneririm. Simsiz. (Yarın da Gezici Festival'e ilk adımımı atacağım, bedavalı olarak. Daha çok önerim olacak yani.)

Otobüs beklerken üşümeyelim diye kahveyle çıkıp gelen insanlar var buralarda. Biz daha ölmemişiz.

Otobüs durağındasın. Hıphızlı (böyle pekiştirilebiliyor mu acaba), bir araba çok çok hızlı geçiyor diyelim. O arabanın arkasından kafasını döndürüp uzun süre bakan insanları topla şimdi. Onu bi' kenara koy. Şimdi de otobüstesin diyelim. Bir kaza olmuş, kazaya dikkat kesilip kafayı 180 derece döndürüp bakan insanları da topla. Kaç etti. Heh, şimdi duraktaki elemanlarla bunları topla, ikiyle çarp. Tuttuğun sayı 27!! Ama sayı tutmadın. N'aber? (Neyi ikiyle çarparsan 27 bulursun?- Bir yumurtayı sütle çırparak. (Bu son yazdığıma dair bir şeyler bilen varsa, onun evinde süt içerken şarkı çaldığı iddia edilen nuhun gemisi fincandan da vardır bence. baybay.))

"Moda olan kavramın içi boşalır." - Ioanna Kuçuradi

"Murat Gülsoy: Her dönem ana akım yazarlar modernist, deneyci, yenilikçilerden farklı bir yerde duruyordu, daha ticariydi. Ama bu dönem kategorilerin eriyip tek bir alana, ana akıma indiği bir dönem oldu. O alan nedir? Migros'taki kitap rafıdır aslında, tam anlamıyla odur. Yani orada gördüğümüz şey ana akımdır ve çok nadiren değerlidir.

Selim Eyüpoğlu: Goethe'nin Faust'u da vardı mesela.

Kaya Genç: İki liraya!"

"Bilmemnenin Sırları" diye kitap yazanlar, annemin size bir haberi var: söyleme dostuna o da söyler dostuna. Nannna na na na.

Film festivali 101: Üstü kapalı bir cümle duyduğunda yahut anlaşılmadık bir görüntü gördüğünde, hafif bir kıkırda. "Tıstıstıs" şeklinde burundan ya da "hahha" şeklinde genizden. Bu, diğer fakir cahillerin anlamadığı şeyler olduğunu ve onu bir tek senin anladığını gösterir. O salonun en bilgesi sensin! ROCK ON!

Şey çok komik ya, sosyal ağlarda profil fotoğrafını sevgilisine göre değiştirenler var. Beraber gaza gelip sarmaşlı dolaşlı fotoğraflar koyuluyor. Sonra içlerinden biri tekli fotoğrafını koyuyor. Diğeri de diyor ki vay diyor düzenbaz, ben de diyor mal gibi kalmayayım, ben de tekli fotoğrafımı koyayım. Sonra bir gün biri yine çiftli fotoğraf koyuyor, diğeri bu sefer galeyana gelip, ay diyor, canıııım, fotoğrafımızı koymuş, hemen ben de koyayım, benim ona değer verdiğimi anlasın. LABİSAÇMALAMAYIN!

Bu birbirinden anlamsız - ya da şöyle diyelim; sürrealist! - yazımı da otobüste gelene kadar kitabıma salça olan amcama ithaf etmek istiyorum. Hadi gazeteyi okursun da, bayaa olay kurgusu hakkında tartışmamız kaldı bir tek. Amca kalk geldik kalk. E ama hep salyan akmış yaaaa, ya in allaşkına yaaa!

Her sene beni "bu sene ajandan benden" diye kandıran Olga, bu sene de kendim aldım. İyakşamlar.