Pencere


Camdan bir ışık yansıdı yüzüme. Pencere ve gözlerim açık ışık kapalıydı. Bu ışığı uzun zamandır görmüyordum, o yüzden başta karşıdaki tepeye çekilen arabaların farları sandım; ama çok geç değil, hemen ardından ısrarlı biçimde ışık huzmeleri gelmeye devam etti. 

Bu O'ydu.

Uzun zaman olmuştu onu görmeyeli. Toparlanıp pencereye yaklaştım, dirseklerimi soğuk pervaza yasladım. Onu anladığıma dair bir sinyal göndermem gerekiyordu. Komodinin çekmecesine uzanıp çakmakla sigarayı aldım. İlk sinyal gitti, sigara yandı. İlk dumanla "selam" yazdım, üfledim. Alındı raporu gecikmedi, küçük bir alev belirdi karşı balkonda. Ve cevap geldi, "konuşmaya ihtiyacım var". 

Bu gece siteyi yüksek bir yerlerden izleyen herhangi birisi, sitenin tüttüğünü düşünebilirdi. 

Ya da geçen sene olduğu gibi, yine tütebilir, eh biraz yanabilirdi de.

Ortak bir ambians yaratmamız gerekiyordu. Bu konuda sözleşmiştik. Hemen birbirimize hazırladığımız tam da saat sabah 04:00'te dinlenmesi lazım gelen cd'leri açtık. Lounge. Ambient. Downtempo. Birbirimizi makul bir mesafeden de olsa daha net görebilmemiz için ikimiz de önümüze ufak bir mum koyduk. 

Her şey hazırdı. Telefon çalabilirdi. 

Ve çaldı.

Ben o geceye dek ve o gece de dahil, sıradanlığımı konuşturmaya devam ettim. Mumun eriyik kısmına parmağımı batırıp kuruduktan sonra parmak ucumda katılaşan mumla camda lekeler bıraktım. Sigaranın ucunu pervazda koni yapıp bozdum. Paketin jelatinini mumda yaktım. Pencerenin dışındaki duvara bitmiş izmaritlerle çizgiler çizdim. Her daim çatlak olan dudaklarımı soydum, her daim kanadı. Yüzümde sivilce avına çıktım, ne kadar pürüz varsa oynadım. Sigara dumanıyla hareler yaptım birbiri içinden geçen. Her defasında ıslak mendille ellerimi sildim. Ve ellerim yine mum oldu. Ve saçlarım leş gibi koktu. Telefonu bir sağ kulağıma bir sol kulağıma götürdüm ama anlattıklarından tek kelime kaçırmayacak kadar dikkatliydim.

Ama o hiç o kadar sıradan olmadı. Her konuşmamızda farklılaşıyordu. Duyguları sık sık değişiyordu. Konuşurken bile uzun uzun sustuktan sonra, neşeli neşeli bir şeyler anlatıp susmak bilmiyordu. Bazen kalkıp balkonda volta atıyor, bazen yere uzanıyordu; bir tek yanan sigarası görünüyordu, içine çektikçe. Şarkıları eşzamanlı dinliyorduk ve tempo tutuşunu görebiliyordum. Bazen ayak parmaklarıyla, bazen kafasıyla duvarda. Yüzünü ovuşturup duruyordu eli boş kaldıkça. Çok içiyordu. Saatlerce de içse, sesinde titreklik sezemiyordum. Sadece ayağa kalkmaya çalıştığında ufak çaplı bir deprem yaşıyordu o kadar. O da karanlıkta belli olmuyordu zaten, dolunay hariç.

Bu sefer dolunay vardı. Dolunay tam ortamızda, havada asılıydı. Aramızda dumandan bir köprü yapmıştık ve tek şahidi Ay'dı.

Sonra çok kötü bir şey oldu. Gelişi belliydi de anlamak istememiştim belki de. Sıradanlık içinde kıvranırken aklım o taraflara çok çalışmamıştı. 

Önce cd bitti, büyük bir sessizlik oldu. Sonra dumandan köprü yıkılmaya başladı, zemini havaya yaparak büyük hata etmiştik zaten. Dolunayla aramıza bu geceye mahsusiyetine anlam veremediğim bir bulut girdi. Bulutlar geceleri de mesai yapıyorlardı demek. Telefonda uzunca bir süre sadece nefes alıp verişler vardı. Gözümü karşı balkondan ayıramıyordum. O alıştığım hareketlilik, seslilik yoktu. Sabitlenmiş bir vücut balkon demirlerine tutulmuş, hafifçe eğilmişti. İç geçirdi. Derin bir nefes aldı. Hafifçe verdi. Önündeki mum söndü. Sonra da sesi. 

Görüntüsü yavaş yavaş silindi. Elimde kendi kendini tüketen sigara, kendini aşağı bıraktı, onun arkasından. Ağzım ve gözlerim aynı derecede açık. Telefona ulaşmak biraz zamanımı almıştı tekrardan. "Aradığınız kişi şu anda intihar ediyor." Neden o kendini aşağı bırakırken onu aramak gibi bir şey yaptım, bilmiyorum.

...

İki ay sonra, aynı balkonda başka birisini gördüm. O balkonun kullanım amacı aynı olmalıydı: bir elinde telefon öteki elinde sigara bir aşağı bir yukarı yürümek, sonra da oturup ayaklarını balkon demirlerine uzatmak. Ama bu sefer senaryoda ben değil de başka bir pencere vardı. 

Benim penceremde ise durum farklı değil. Kulağımda telefon yok belki ama ne onun hatırasına ihanet edebilirim ne de ritüelime. Sadece artık önümde bir değil iki küçük mum duruyor. Geri kalan her şey aynı. Parmak uçlarımı mum eriyiğine batırmaya devam ediyorum.

Ha bir de, yarın buradan taşınıyorum. Pencere dışındaki duvara bunları yazıyorum. Minik minik. Bu pencereden bakarken, buranın hikayesini bilmek istersiniz diye düşündüm.

İyi geceler. 

Sigara öksürtüyor, fazla içmeyin.


Bu hikaye eser miktarda dört işlem gerektirir. 


3 adam her sabah bir simit tezgahının önünde buluşur. 3 simit 1 lira. Bu birbirini tanımayan üç adam üç kişi üç simit için para birleştirirler her sabah. Her biri adam başı 33,33 kr verecektir güya. Ama bu sefer de simitçi sivrilik yapar. Öyle yaparlarsa o 1 kr zararda olacaktır. Öteki türlü de içlerinden biri 34 kr verecek ki üçü de devlet memuru, hiçbiri bir kuruş fazla vermeyi kabul etmez. O yüzden anlaşırlar her gün birisi 1 lira verecek. Bu durum üç günde bir devredecek. 

Bir sabah üç memurdan biri gelmez. Bilmezler ki son nefesidir. O yüzden o sabah ardından iki memur söylenirler. "1 lira vermemek için işe gelmemiştir, gördün mü köpek soyunu?!"

O yüzden BİLİP BİLMEDEN KONUŞMAYIN BENCE!