I am just a cloud

Pek sevgili bir arkadaşım bir keresinde "Bu aralar twitter'da insanlar ikiye ayrılmıyor." demişti. Ne olduysa ondan sonra oldu. İnsanlar hep ayrılır, hem de ikiyle sınırlı kalmazlar, üçe beşe, dokuza. Doğaldır. Ama bir kırmızı, kalın çizgiye bakar. Şu sıralar herkes kırmızı çizgilerini kendi etraflarına çekmeye pek meraklı. Kutup ayılarıyla ilgili imgedir hep, kendisi kadar bir buzul parçası üzerinde oturan, üzgün bir kutup ayısı. Sonumuz öyle olacak anlaşılan, herkes kendi oturabileceği kadar toprağını alacak, bir daire çizecek etrafına, gönül rahatlığınca oturacak orada. Havlasın dursun, kimsenin umrunda olmayacak. Çünkü kırmızı çizgiler, birer Çin Seddi olacak etraflarında. Toplumsal sözcüğünü de sileriz canım lügattan. Nedir yani.

yazının adı yok

İşini doğru düzgün yapan insana saygım sonsuz. (Vurgu, farkettiyseniz fiilimsiden önceki ikilemede.) Ha gelgelelim, bir takım koşullar seni Allahın bir çeşit belasına döndürmüşse de, bunu kontrol altına al, cebine koy; akşam evinde paşa paşa devam et. Bana ne arkadaş. Bana ne?!

Günün sözü: "Adama zorla küfür ettiriyorsunuz."

Bugün gittiğimiz bir şarküteride, milyar tane çikolata türü olduğunu görüp biraz kendimi kaybettim. Adamı Türkiye'nin bir numaralı ithalatçısı ilan edebilirdim; sonuçta Türkiye Ekonomisi'nden çıkmıştık. Ben hiç böylesini görmemiştim. (Lan...) Neyse, yıllardır M&Ms yiyememiş, bunun yasını tutmuştuk. En son kalesi olan Real Süpermarket de kaldırmıştı raflardan. Yıllar sonra, yeni çeşitleriyle falan karşılaştım, ellerim terledi, dizlerim titredi falan. Fiyatını sord... 19 LİRA DEDİ. ONDOKUZ! İçinde bir avuç bonibon olan bir pakete ben 19 lira verecekmişim. Bu dedim peki ne kadar, parmağımla her bir haltı gösterdim, bu dedim, bu, bu, ya bu, şu ne kadar? Adama nasıl baktıysam, en son Nutella-Go'yu sordum, "onu da söylersem küfür edersin" dedi. Hakkın var usta, gutbay! dedim. Yuh ya.

Neyse ki düşünenimiz var, şükür. Ne manidar ki renklietipuf alanım var. Aynı samurayın zor zamanlarımda gofredoyla da çıkagelmişliği de vardır. (Samuray, doğum günün kutlu olsun, ban-kai!)

Akşam, abimle Sucker Punch isimli über-sucks bir film izledik. Allah var ya öyle filmin binbir türlü belasını versin inşallah. O başrol oyuncusunun ezik surat ifadesi midemizi ekşitti, öf be kardeşim. İyi ki para verip gitmedik. Iyy, bir insan bir filmden iğrenir mi ya? IMDB puanlarına güvenim azıcık vardı, o da bununla beraber yerlebir. İzlemeyin, izletmeyin.

İnsanın etrafında, "z"lerini değiştirdiğinde farkedebilecek insanlar olması öyle güzel ki.

Sürekli "şunu yapalım" "bunu yapalım" "oraya gidelim" "şurdan atlayıp ötekine konalım" diyip duran, ağzı ishal olmuş da tabir edilen insan var ya, aslında hiç bir bok yapmama şampiyonudur. Sen tanımazsın yaaaaa.

Yağmurlu günlerde ben şemsiyemi paylaşırım genelde. Dayanamıyorum, anne yüreği. Bunu sapık gibi de teklif etmiyorum, ben kimseye gül bahçesi de vaadetmiyorum. Elime iki bardak çay alıp sizi mi bekleyecektim ben lan! Adam gibi soruyoruz, benim inanılmaz konforlu, geniş, su geçirmez, rüzgarda dönmez, dayanıklı ve kıpkırmızı şemsiyemi beğenmiyorsunuz, belki de beni beğenmiyorsunuz. Ama biliyor musunuz siz bir hayvansınız hanımefendi. HAYVAN! İsterseniz buyrun, ıslandınız dedim ya, nasıl kaçtı benden bir görseniz, aman yarabbi. Topukları kıçına vura vura koşacaktı az kaldı. Sonra gitti başkasının himayesine girdi ilerde, gördüm. O rüzgarda dönü dönüveren iğrenç bir şemsiyenin altına kaçtı. Anneannemden sizler için gelsin: Hoştköpek! Terbiyesiz evladı.

Murat karşim, KinderSurprise'ler bende kalmış bu arada. Kusura bakma ama ben onları yedim. Oyuncaklarıyla da oynadım. Sen artık alıver kendine bi' tane daha. Kısmet.

Öyle de güzel yağmur yağıyor ki ne dinleyeceğimi ne yazacağımı şaşırıyorum. Size playlist yapacaktım ama üşendim.

Nabıyon?

Böyle ufak minimini şirin küçük sürprizlerle yazıma renk kattığımı düşünüyorum. Sen ne düşü... Sen düşünme, ben düşünürüm. Bu cümleyi bugün serviste duydum. Bir çift, oturmaktalar. Tartıştılar. Ruhum daraldı. Öleyazdım. Boğuk nemli hava gibi. Pü allahın cezaları. Neyse, kavga tırmandı tırmandı, kız "mırmırmırmırmır ben düşünüyorum ama mırmırmırmır" dedi, ve adamın gürlemesi ibretlik oldu. "sen düşünme ya, ben düşünürüm!" Adam psişik beyler, Nazım abi, durakta! dedim kaçtım.

Walkman'in pili biterken kaset ağır ağır döner de ses boğuklaşır, yavaşlar, spastik gibi gelir ya kulağa. İşte yanımda saçmalayan birisi olursa sesi aynen öyle geliyor bana. Dinliyormuş gibi yapsam da o an kayıp olan Modern Talking kasetimi düşünüyorumdur. Lan kalemlerle çevirir çevirir başa sarardık ya.

Binlerce farklı şeyden bahsedebilirim bu gece. Şununla idare ediverin :

RT

Haydi, siz de yapabilirsiniz! Dün, Antalya 48. Altın Portakal Açılış Töreni'nde Sosyal Sorumluluk ödülü alan Rutkay Aziz'in konuşmasını, kiteleleri galeyana getirip ayakta alkışlatan videosunu paylaşın!

Sosyal medyada bugün: Rutkay Aziz ftw!

1 milyona ulaşınca kalem seti verecekler, çıldırın anneciğim; çıldırııın çıldırıııın çıldıırııııııın (çarşı girer).

just chuck testa

Güvenmek... Güvenmek nedir ki...

Böyle bir giriş yapsam çok duygusal devam edebilirdim ha. Üç beş kişinin yarasını kaldırırdım, ağlaşırdık falan. Meh. Yok balım, biraz çıkış yapacağız burada. Az kenara çekil.

Varoluşundan sonra karakter sahibi olan bir insanın bu karakteri nasıl oluştu, düşünen oldu mu? Öğrenerek elbette. İnsana dair her şey, öğrenilmişliktir. Başka da bir şey değil. Şunun aksini iddia edemeyiz ya, edilemez. Öğrenilenlerle inşa edilen bir karakter, öğrenilenlerle atılan bir adım ve onlardan oluşmuş bi yol, yaşam. Konuşmalar, karşı gelişler, karşı gelmeyişler ve susuşlar. İlişkiler, yakınlıklar ve düşmanlıklar. Yapılanlar, edilenler. Her bir boku öğrendik. Öğretildi. Öğrenildi. Etken, edilgen; amma da fark yarattı. "Hayır, bunu ben kendim düşündüm, bunu ben kendim yaptım; öğrenmedim!" Belki. Ama ilk kıvılcımı öğrenerek çakmadık mı?

Yukarıdaki paragrafın ana fikri şudur; insanı var eden, insan eden, öğrendikleridir. Öğrendiklerinden başka bir şeyi olmayan bir varlıktır insan. Soyutlayıp minimize ettiğimizde de zaten, kişinin kendinden başka hiçbir şeyi olmadığını görüyoruz. Matematiksel bağlamda bir zemine de oturabiliyor.

Kimi kimi de, söylediklerinden yaptıklarına, davranış ve bir takım düşünceleri çalıntı kokan insanlar çıkıyor karşımıza. Bunu içten içe bildiği halde, kendine bile itiraf edemeyenler. İki üç kitabını okuyup, o yazarın uslubunu çalan. Hatta kendini o yazarın yarattığı bir karakter gibi davranmaya iten. Koca bir jenerasyon, sadece Aylak Adam olmaya çalıştı, görmedik mi? Hepimizin karşısına, "hayatın sillesini yemiş" "itilmiş, hor görülmüş" "duygulara önem vermeyen" "umursamaz" "çekip gidesi olan" insan çıkmadı mı? Biraz havalı görünmek adına bilerek bu titri kendine yakıştıran bir sürü "geleceksiz" insan. Yazık değil mi?

Bir de inanırız. Bir de bunların nev-i şahsına münhasır insanlar olduğuna inanırız. İnanmak ne kelime; büyüleniriz anasını satayım. Amma da farklı gelir düşünceleri, davranışları. Ne de şefkat duygusu uyandırır, ne korumak isteriz onu tüm kötülüklerden. Kocaman insana yavru kedi muamelesi yaparız.

Ya da onun hayatını tersine çevirecek insan olduğumuza inanırız. Ulan en çok da buna inanırız ha. Senelerce mahvolmuş bir insanın yaşamına gireriz ve onu değiştirebileceğimize, onun hayatını mükemmel, süper bir hayat yapacağımıza inanırız. Senelerce de mahvolmuş falan değildir. Öyle olmak istemiştir sadece. Okumuştur, çok cooldur, ben de öyle olayım demiştir, olmuştur. Ama olamamıştır. Yine de çabalıyorsun işte. Salak.

Gün gelir, bir kitapta rastlarsın, yaşamına müdahale etmek istediğin insana. "Vaay nerelerdesin ya, lan ne adamsın be, kıl yün" Tanıdığını, orijinal olduğunu sandığın insanı kelime kelime, sayfa sayfa okursun. Kitabı kaparsın. Düşünürsün, bu da mı gol değil diye, ofsayt osman seni.

Neyse, gerekmedikçe güven konusunu gündeme getirmeyin. Yazık günah.



Almancayı öğrenip Marcus'a koşacaktık hani? Almanca tamam da koşması kaldı. Scheisse!

Lise bilmemkaça giden bir erkek çocuğu, yaz tatili başladığı gün bir karar verir. "Bu yaz saçları uzatıyorum." Eylül'de ense traşını göreceğiz. O da bilir bunu. Yine de uzatır. Saçı büyük olasılıkla dalgalıdır. Aradadır yani, ne düzdür ne kıvırcık. Düz olsa, sabah akşam dinlediği grunge grubunun solisti gibi olacaktır. Kıvırcık olsa, 'bonus' olacaktır; havalı falan işte. Ama aradadır tükürdüğümün saçı, bir yol olmaz. O da bilir bunu. Yine de uzatır. Ha, bilmez mi sadece üç ay uzayacak o saç. Kulak memesini biraz geçecek. Belki çeneye kadar. Sezen Aksu'nun fönsüz saçı. Buna sakal ekle. Ya da ekleme, ıyy. Uzatacak işte, kafaya koydu ya.


Neyse.


Bir konuşmasında "Bugünün dünyası reel ile sürreel arasında gidip gelerek gerçekliğin tüm temelini kaybettiğimiz dünyadır." demişti Metin Sarfati. Bir araba not almıştım, "hocam büyüksün!" diye alkışa kalkacaktım az kaldı. Açar açar o notlara bakarım. Dünyanın bir ucundan tutarım, yetmiş sekiz dakika düşünürüm. Yetmiş dokuzda dikkatim dağılıyor.

Hayata dair çıkarımları vardır çoğumuzun, şüphesiz. Sorular sorulur, cevap alınamaz, anlaşılamaz şeyler vardır, hayat darlar adamı, "her şey üstüste gelir", "çok saçma abi ya" dönemleri gelmiştir, ne anlamsızdır falandır. Bir süre böyle geçer zaman.

İşte bu zamanlar tam da o saç uzatma evresine denk gelmesin mi? Gelsin.

"Şu şöyledir, bu böyledir. Hayat çok karanlık, ailemden nefret ediyorum, fak dı sistım, yarın gidip elli iki tane siyah tişört alayım, piyasadaki tüm bilim kurgu kitaplarını okumam lazım, en kısa zamanda kimsenin duymadığı müzikleri dinleyip filmleri izlemeliyim, hede hödö, kıl yün." 10 üzeri -8 bar hava.

Üç aya sıkıştırılan bu hava, Eylül gelip çattı mı fısssssss diye bünyenin belli açıklıklarından atmosfere karışır. Okullar açılacaktır. Bıyıklı müdür yardımcısı elinde makasla yeni eğitim öğretim yılına merhaba diyecektir.

Gencimiz hayatın anlamına dair sorgulamaları bir kenara bırakarak; "yeni matematikçiyi gördünüz mü lan?!"a başlamıştır çoktan.

Karanfil'den alınan siyah tişörtler de anne tarafından temizlik bezi olacak, bir müddet kir götürdüğünden kullanılıp, yırtılınca da çöpe atılacaktır.

Altın Makas Erkek Berberi ise o gün bir hayli yoğundur. Aynı yaş grubunda ve aynı boy saça sahip bir çok genç, sıra beklemektedir. Hasan Usta yaşadı.


"Bugün, ötekine rağmen egemen olma savaşıdır." diyor Sarfati.

"Ben daha önce geldim abi, önce benim saçlar!" diyor genco.


Herkes bir savaş içinde. Egemen olan meçhul.

Saçlar 3 numara. Sevinçliyiz hepiiimiiiz, yaşaasııın okuluuumuuuz.


Haziran'da tekrar bir sorgu başlarsa, biliniz ki birileri saç sakal bırakıyor. Mahallenin berberi kepenkleri kapatacaktır.

Hasan Usta'yla yaptığımız röportajda, biraz sitemkardı:

-Yaz geldi mi hepsi Fıroyt oluyor başımıza, eşşoğlueşşekler. Hayır uzatmayın demiyorum. Uzatın, hobi olarak yine uzatın. Ama arada bir gelin, uçlarından azıcık alalım. Olmaz ki böyle canım.