Hayat çok çok basit. Aslında herkesin günün birinde kurabileceği bir cümle bu. Hayat çok boş. Ölüm çok yakın. Aynen bunlar da öyle. Aslında pek klişe de sayılmazlar. Eh, belki ilk bakışta çok sıradan, çok bayıcı gelen cümleler. Ama yaşananların üstüne kurduğum zaman cidden çok çok anlamlı oluyorlar.
Kabak çekirdeğini tek hamlede açıp yiyebildiğim gün... İşte biiiz ooo güüüüün tükeneeeceğiiiiiz. Açamıyorum köpoğlunu ya, kabuğu yarısından kopar ben onu yutarım öksürürken öleyazarım, sonra elimle içini çıkarmaya çalışırım da yarısı çıkar yarısı kalır biraz ufalanır. Bi rezillik. Evde çok pratik yaptım. Kimseler yokken dedim şuna bir çalışayım. Odama kapanıp saatlerce yarım kilo kabak çekirdeğini mundar ettim. Yok arkadaş olmuyor yani demek ki.
Mesela dedem. Vay benim can dedem. Ben kendimi bildim bileli dedemin tercihi hep kabak çekirdeği olmuştur. Öyle muntazam çitler ki aklını çıldırırsın. Ben izlerim onu dikkatle de o sonda bi hareket yapıyo alelacele atıveriyo ağzına. Onu bi çözersem bu iş tamam bence dedem gizli formülü biliyor ve benden saklıyor. Bence bunun sırrını bilenler de kimseye söylememekle yükümlü. O yüzden öyle güzelce sorunsuz kabak çekirdeği çitleyebilen insan sayısı çok az. Kabak çekirdeği unboxing videosu yayınlandı mı ya?!
Tabii kimisi de çitleyip içindekini bana veriyor, orada da balık tutma mevzularına girer miyim bilmiyorum karışık duygular içindeyim ama yapacaksanız da çekirdeğin içini dişinizden ağzınızdan çıkarıp vermeyin rica ederim. Seviyoruz dedik de biz de insanız o kadar da ölmedik. Yemeyivereyim ölmem yani. Yok yok sen ye ya ne zahmet ediyosun. Ya ye sen hiç yiyemedin bana vericem diye. Sevmem zaten ya çok. Şey salyan uzadı da hep çünkü ehehe. Aaaa leblebi yiyeyim ben ya ehehe. Ehhööhöğğğğ...
Beyaz leblebi ile de yıldızım hala barışmış değil. Barışkın (shakerda kelime yaptım) olanlar varsa da pek rastlamadım.
Beyaz leblebiler kuruyemiş kasesinin dibinde en sona kalmaya mahkumlar.
Tıpkı... (Yılış yılış bir sona doğru peygamber vitesiyle giderken manevra yapayım) Öyle işte. Karışık kuruyemiş alıp da kaypaklık yapmayın nolur ya. Fındığı ayrı al, antepi ayrı al, istediğimi yiyeyim ben. İlle de karıştırayım dersen renkli tatlı leblebileri bi ayrı bi kese kağıdına koy midesiz kuruyemişçi. Pis be.
Antepleri de hep komple kapalılardan seçip de koymuş. Soğan gibi vurup mu açalım, mengeneyle mi oturalım napalım?!
"Ben küçükken leblebileri kolanın içine atıy..." EVET ÇOK FARKLI Bİ ÇOCUKLUKMUŞ GERÇEKTEN SÜPER EŞSİZ KURUYEMİŞ MUHABBETİ VAY ANASINI!
Kuruyemişi de ısıtıp ikram eden komutan ne güzel komutan, çayları senkronize dolduran albay ne güzel albaydır. Albayım. Olric falan. Havalı bitiş.
"...iniz?"
Bazen öyle bir rüzgar eser ki, gözlerini kapattığın anda kendini başka bir şehirde buluverirsin. Aheste adımlarla kalabalıkta kaybolmuşsundur. Tanımadık sokaklar tanımadık yüzlere çıkar. Tanımadık sesler kulaklarında çınlar. Neyse ki elinde tanıdık bir sıcaklık vardır. Bazen öyle bir rüzgar eser ki için titrer. Ve hatta bazen öyle bir rüzgar eser ki ellerin buz keser, gözlerini açarsan o bütün düşündüklerini alıp götürür. Peşinden sürüklediği yapraklar gibi izmaritler gibi, geriye kalan ne varsa bütün yaşadıklarını alır uçurur.
Bazen öyle bir rüzgar eser ki arkasından bakakalırsın. Sadece yutkunabilirsin, o da boğazında düğüm düğüm olur.
Bazen hava öyle çabuk kararır ki, zaman öyle çabuk akar ki yaşadıkların yetmez, yaşayacakların yetişmez. Koluna saatini de takmamışsındır ve belki de ondan kaybolmuştur zaman mefhumun. Belki nefes aldıkça geçiyordur ömür, belki adım attıkça bitiyordur yollar ve belki de rüzgar ne kadar hızlı eserse akreple yelkovan da o kadar hızlı savruluyordur peşpeşe. Sabah içtiğin çayın tadı hala damağındayken akşamı nasıl ettiğinin hiçbir açıklaması yoktur, tıpkı sabah son kez sıkı sıkı sarılıp da akşamına nasıl o soğuk terminalde yalnız başına yürüdüğünün de.
Bazen ışıklar şehirleri daha güzel gösterir. Bazı müzikler bazı şehirlere daha çok yakışır. Ve aynen bazı insanlar da bazı şehirleri daha güzel gösterir ve bazı müzikler de aynen bazı insanlara çok yakışır.
Bazen hayalini kurduğunuz ne varsa aniden gerçekleşir. Çok istediğiniz çokça olmuştur bile. Umduğunuzu bulmuşsunuzdur, aradığınızı da. Özlediğiniz kadar kavuşmuşsunuzdur. Ağladığınız kadar gülmüşsünüzdür. Üşüdüğünüz kadar ısınır içiniz. Yalnızlığınız kadar birliktesinizdir. Sustuğunuz kadar konuşursunuz. Olmayanı oldurursunuz, bilmediğinizi bilirsiniz, iç geçirdiğiniz kadar derin oh çekersiniz. Olur. Ve biter. Çaresizlikleri vakitli çarelere bağlarsınız. Ve biter. Rüyalar gerçek olur. Ve gerçekler tekrardan rüyalara döner. Ve kavuşmuşluğunuz tekrardan özleme döner. Ve ısındığınız kadar üşümeye başlarsınız tekrar. Ve her şey tersine döner tekrar. Ama her şey bu denli tersine akarken bir tek saatleriniz ileri doğru akmaya devam eder. Çünkü rekabet edilemez tek şey zamandır ve zaman hiçbir zaman lehinize işlemez.
NABERYA?!
Linki görmek için lütfen üye olunuz.
Buradan sadece, The Dark Night Rises'ı izlemeye üstünde Batman t-shirtüyle, "why so serious?" t-shirtüyle gelenlere seslenmek istiyorum:
NABERYA?!
Olmamış ama be. Sen belki ulvi düşüncelerle giydin geldin ama, görüntü fena ben sana söyleyeyim. Bir de böyle yıkaya yıkaya o baskı aşınmış, çatlak çatlak olmuş. Sen onu hassas programda, ters düz çevirip yıkamayan annene çemkirmişsin, eşşoleşşek ne bağırıyosun lan kadına!!!
Yani demem o ki, ben sizle çok dalga geçtim. Teker teker salona girerken fişledim sizi, baş parmağım ve işaret parmağımla L yapıp alnıma götürdüm sonra öksürürken dumbass dedim anlaşılmasın diye. Amerika çok güzel, gelsene.
Hayır, anladım tamam; ben de Transformers'a Optimus kaskıyla gitmek istedim, ama arkadaşlarım "ay biz utanırız" diye ağladıkları için yapamadım.
Nyse sn mşglsun glba ii eglnclr sna..
Sıpoylır yok, çekine çekine okuma. Rahat ol ya. Meyk yorself kamfırtbıl. Sen kendine bi kefir al, ben de üstüme rahat bişeyler döküp geliyorum.
HAIL IMAX. 3D halt yemiş. Normali ise BİM falan. Le Porta.
Haberiniz olsun, sonunda gömülü bölüm yok. Öyle oturup beklemeyin sonra. Bayaa sipeşıl tenks'e kadar bekledik ama yapmamışlar. Koskoca DC olmuşsunuz ama bir Marvel değil, canını yediğiminin. Halbuki ben Morgan Freeman'dan okkalı bir "son of a bitch" falan bekledim, gülmeli. Olsun. Kafamda yazdım, oynattım çok şahane oldu öyle. İzleyip de gömülü bölüm eksikliği hissederseniz, mail atın, anlatıcam.
Filmin ilk günleri olduğu için hiçbir şey de yazamadım sizin yüzünüzden! Ne var gidip izleseniz ilk günden de rahat rahat yazsak şurada! Neyse, gelirken deri not defteri aldım, hadi dağılın ben onunla oynicam biraz.