id

“Peki sen kimsin?”

Ben mi kimim? Ben bunu on saniye önce de izah etmiş olanım. On dokuz saniye önce de. Yirmi iki. Otuz yedi. Sen sordukça kim olduğunu anlatanım. Kendimden nefret edecek kadar çok anlattım kendimi. Bir diğer soru işaretine kadar karakterimin kıyısında köşesinde ne varsa onu arıyorum her seferinde. Aslında senin beni tanıyamayışın, bana kendimi daha iyi tanıyabilme yetisi veriyor. Bu kayıp bir kurşun kalemi ararken dolma kalem setine rast gelmek gibi. Ve her zaman öylesine şanslı olmuyorum.

“Kimsin sen?!”

Adımı biliyor musun benim? Bilme. Çünkü aslında hiç fark etmez. Sadece gözlerimi hatırla. İyi bak bana. Göz bebeklerimin bir anda nasıl büyüdüklerini hissedebiliyorum. Yanaklarımın alev aldığını. Bir kirpiğimin düştüğünü. Senelerdir oraya oturup bana kim olduğumu soruyorsun ve ben göz bebeklerimi bile hissedebiliyorum. Her bir hücremi hissedebiliyorum. Temas olmaksızın. Bende yarattığın bu aşırı duyarlık, kendimden ürkütüyor beni. Kendimi aramayı bıraktım. Kendimi buldum diyemem. Kendimden usandım. Hiçbir esrarı kalmayan bu bedende tıkılı kaldım ve her saniyeyi her şeyi duyumsayarak geçirmek, bundan daha fazla sıkıştıramazdı beni. Sen hiç beynini hissettin mi? Ya da göz bebeklerini?

Birazdan tekrar soracaksın. Üç dakika sonrasında bir kere daha soracaksın. Eğer bu sefer becerebilirsen aramızda yedi buçuk dakikalık bir sessizlik olacak ama yarım dakika daha dayanamayacaksın, sekize tamamlayamayacağız. Tıpkı tamamlayamadığımız diğer şeyler gibi, bu da yarım kalmaya mahkum olacak. Dile getirmediğimiz bütün düşünceleri idam sehpasında bıraktık, düşünmüş olmamız yetmedi, bunları söyleyemedikten sonra hiçbir şey ifade etmiyorlardı çünkü. Geride bıraktığımız çok şey oldu. Sen unutmuş değilsin belki de. Belki de sadece o odanın ışıklarını kapattın. Belki kapısını biraz zorlasak, rutubetten şişmiş tahta kapıyı biraz itsek, elimize kıymıklar batsa, açılınca suratımıza yosun kokusu vursa, ama açılsa. Bir şeyler anımsatırdı sanıyorum. Işık olmasa da, net olmasa da, silüetlerin kokusu, odadaki pusun sesi, lamba zincirinin cehennem kadar soğuk oluşu bir şeyler anımsatırdı, evet evet, kesinlikle anımsatırdı. Ama sen o lambanın zincirini çekmezdin bile. Unuttuğun için değil, korktuğun için.

“Peki sen k…”

Gözlerinde merak yok, bunu görebiliyorum. Aslında her söylediğim, her yaptığım, en ufak mimiklerimden en büyük tepkilerime varıncaya dek her şey sana bir cevap veriyor. Ama sen cevap aramıyorsun. Benim kim olduğum hiç umrunda değil, kim olduğumu zaten biliyorsun. Sen sadece soru sormanın heyecanına kapılmışsın ama aynı sorudan öteye bir adım dahi atamamışsın. Alacağın cevaplar ne kadar netse o kadar korkmuşsun. O yüzden, bana hayatım boyunca cevaplayabileceğim kadar buğulu bir soru sormayı tercih ediyorsun. Kendimi açıklamak isteyişimin hiç bitmeyeceğini biliyorsun. Bu konuda hiç susamayacağımı. Dinlemesen de görebileceğini. Gidemeyeceğimi biliyorsun. Gitmeye niyetinin olmadığını da ben biliyorum. O kadar iyi biliyorum ki, artık git de demiyorum. Sadece bekliyorum. On bir dakika sonra bir kez daha soru sormanı beklediğim gibi. Tekrar.

Hiç yorum yok