tölerans

"Bugün, ötekine rağmen egemen olma savaşıdır." - Metin Sarfati.


Karşı fikre tahammül.


Bu konu uzun süredir kafamı kurcalar durur. Ve hep aynı sonuca varırım: İnsanların farklı düşünceye tahammülleri yok, varsa da eşiği oldukça düşük.


Uydurulmuş, genelleştirilmiş, bir sürü kalın çizginin ardına saplanıp kalmış kalıplar yüzünden, “ayıp”lar, “yanlış”lar, “günah”lar, “yasak”lar yüzünden, farklı fikirler öne sürmeyi bıraktım, bir fikir bile öne sürmekten korkan insanlar yetişiyor. Sorgulamayan demiyorum dikkatinizi çekerim. Sorgularsın, sorgulamazsın, o seninle dünya görüşün arasındaki meseledir, beni ilgilendirmez. Ama savunduğun bir fikrin oluşu, o fikri savunma şeklin, fikrin ardında yatan temel meselelere hakimiyetin, bunlar beni ilgilendirir. Ve eğer tartışıyorsak, yanımdasındır, karşımdasındır, o da fark etmez. Fark edecek olan sendekilerdir, sendekileri aktarabilmen ve benim bunları içeri buyur etmem.


Bir arkadaşınızı düşünün. Odasının kapısını kapıyor, sizi içeri almıyor. Kapının eşiğinden konuşmak için yaklaşıyorsunuz, ama o, elleriyle kulaklarını da kapıyor, sadece bağırarak bildiklerini gönderiyor kapının altından. Ne odasından içeri girebiliyorsunuz, ne de kulaklarından. Sadece yüksek sesini duyuyorsunuz. Kimi komşular kapı eşiklerine bardak dayamış onu dinliyor. Kimisi de kalorifere, tavana vuruyor.


Kiminin ilgisini kiminin tepkisini çekiyor.


Ama sizi dinlemiyor. Sizinle iletişim kurmuyor. Sadece kendini ifade ediyor, kendi çehresine kırmızı kontür çekiyor.


Odanın kapısından girseniz de kulaklarından içeri girseniz de, asla hoş karşılanmayacağınızı biliyorsunuz.


Ne yapacaksınız? En azından bir fikri var.


Fikirlerimden yüzde yüz emin değilsem, hiçbir zaman karşımdakini ikna etmeye çalışmam. Kendimi ikna edememişim daha, belirsizlik dururken, boşlukları doldurmamışken; ben birken, bizim iki olmamız, bizim on iki olmamız hiçbir şey ifade etmeyecek çünkü. On şeyi yarım yamalak bilmektense bir şeyi bilmek ama tam bilmek en iyisidir belki de, eğer hakkında ahkam kesilecekse. İşte bu noktada, beş dakika da konuşsan, beş saat de konuşsan, benim bir soruma cevap veremeyişin ikisi için de aynı anlamı içerir. Çok biliyor olabilirsin; fakat tam bilmiyorsun. Tam bilmiyorsun ama çok konuşuyorsun. Sözüm meclisten dışarı ama, biraz da boş konuşuyorsun.


Konu dağılmasın, farklı fikirlere müsamahadan bahsediyordum.


Geçen hafta, Siyaset Bilimi’nden aldığım bir derste, dersin hocası “tahammül” konusunda düşüncelerini dile getirdi. Ona göre tahammül etmek, karşı tarafı küçümseyici bir tavır içine girerek hoş/hor görmek gibiydi. “Hadi ben sana tahammül edeyim de sen de söyleyeceğini söyle, hadi ben hoş görürüm seni.” Bunun üzerine kelimelere çok takılıp takılmadığını düşünmeye başladıysak da bu bakış açısı bana biraz kötümser geldi. Kelimeler, onlara yüklediğimiz anlamlarıyla vardır, kabul. Katlanmak, tölere etmek, tahammül göstermek benim açımdan kişinin özsaygısı ile de var olan bir durum. Bunu karşı tarafın “saçma” fikirlerine sabır göstermek, konuşmasına izin vermek olarak görürsek, dediği elbette doğru. Fakat genel anlamıyla tahammül, karşı taraf ne yaparsa, ne derse, ne düşünürse, kim olursa, bunun varlığına karşı çıkmamayı, kişinin kendini bu konuda terbiye etmesini öğrenmesidir benim açımdan. Bütün bunların, yapılanların söylenenlerin niteliği ve niceliğine dair elbette karşı çıkmak serbesttir, ben varlığının reddedilmesinden bahsediyorum.


Yani özet olarak tahammül göstermenin, sabır ve saygıdan oluşan bir kimlik ögesi olduğunu söylesem yanlış olmaz. Benim doğrularım, benim yanlışlarım; tahammül edebilene.


İnsanların farklı düşünceye olduğu kadar, farklı düşünenlere de dayanma yetisi yok. İllet oluyorum bu insanlara. “Sanane!” diye bağırasım geliyor suratlarına. Sanane arkadaş, Başbakan için geçmiş olsun mesajlarının iletildiği bir internet sitesi açılmış, seven sevmeyen, esenliklerini, temennilerini dile getiriyor. Alan razı veren razı. Sanane yahu. Neden küfrediyorsun, neden karşı çıkıyorsun, neden hakaret ediyorsun? Sevmiyor musun, sevme o zaman. Sevmemeye devam et. Sen sevmiyorsun diye, kimsenin sevmemesini istiyorsun. Kimse sevmesin, herkes senin gibi düşünsün istiyorsun. Çünkü çoğunluğun vereceği gücü istiyorsun. Güç, iktidar getirir. İktidar da güç. Bu ikisiyle doğruların sağlamlaşır. Duvarlaşır. Nefretle duvar örüyorsun. Sevmeyeceksen sevme, olsun bitsin.


Buradan propaganda yapmak, başbakanı desteklemek falan değil amacım. İnsancıl düşüncenin karşısında duran insanları anlayamıyorum sadece. Bir insanın bir başka insana karşı bu kadar acımasız olması… Bildiklerimiz, görüşlerimiz bu kadar kör etmemeli bizi. İnsan doğasını ne çabuk terk ettik, insanlık cahili olduk çıktık. Bütün değişkenleri sabitleyelim, t sabitinde durduralım zamanı. Nedir sonuç, sen de ben de insanız. Aynı şekilde doğduk, aynı son da bizi bekliyor. Mücadele edeceksek de insanlıktan çıkmamak gerek. Nefret içimize işlemesin. Sen insan olamayacaksan, ben sana tahammül edemem. Önce insana insanca muamele etmeyi öğren, sonra konuşalım.


Farklı fikre tahammül şart. Akılcı davranmak sadece akıllıca cümleler kurmakla olmuyor çünkü. Akıl ve davranış arasındaki bağlantı kablolarına bir baktırmakta fayda var.



2 yorum

GK dedi ki...

eğitim düzeyi belii seviyeyi aşmayan,genellikle kırsalda ikamet eden ve yaşamının çocukluk hariç tamamını para kazanmak üzere çalışarak geçinen doğu toplumlardında özellikle siyasi ve ekonomik hususlarda yaşanacak ayrılıklar doğrudan insanların hayatına tesir ettiğinden kimse bildiği yoldan, kurduğu düzenden vazgeçmek istemiyor.farklı fikirlerin yahut akımların kendi düzeneklerini sekteye uğratacağı yüzünden tedirgin yaşıyorlar. aykırı fikirler beyan edenleri dikkate almıyor ve hatta imha ediyorlar.

yaşamsal faaliyetlerini sürdürmeyi garantilemiş, maddi manada doyuma ulaşmış batı toplumları ise daha anlayışlı. fakat onlarda da zamanla elitist bi yapı oluşmuş. diğerinden farklı olarak batı toplumlarında anlayışsızlık amiyane tabirle çok bilmişlikten ileri geliyor. yine de bizim gibi muhafazakar toplumlara nazaran farklı fikirlere bizden fazla kulak kabarttıkları kesin.

felsefi manada farklılıklara tahammül; bu noktada iş biraz daha küresel aslında. zira dünya düzeni son bir kaç yüzyıldır insanları tek tip mentalite ile yaşamaya zorlar durumda. sistem, içerisine aldığı insan yığınlarını farklılıklardan izole etmek, onları garip göstermek, aşağılamak ve dışlamak üzere güdümlüyor. bu yolda basın-yayın ve internet gibi silahlarını kullanıyor. milyarlarca insana aynı şeyleri okutup aynı şeyler izletiyor ve o milyarlar üzerinde genel bir algı oluşturmaya uğraşıyor. neticesinde stilleri,zevkleri,hobileri,espiri anlayışları birbirine denk hale getirilmiş büyük çoğunluk,farklılık arz eden azınlığı görmüyor dahi. görse bile şartlandırıldığı düzenin gereği olarak dalga geçiyor, küçümsüyor vs vs. bunun neticesinde görülüyor ki dünya üzerinde farklı fikir akımları veya yaşam tarzına sahip gruplara en çok saygı duyanlar yine farklı fikir akımına ve tarza sahip gruplar oluyor. akıntıya kapılanlar kıyıda duranların farkına varamıyor.

sabah sabah fena yardırmışım hakkaten,selametle.

ebruhu. dedi ki...

Durumun sosyolojik açıdan irdelenişi, başka türlü olamazdı galiba. Buradan medyanın yozlaşması, kitle tüketim çağı alışkanlıkları, gerizekalılaştıran popüler kültür, piyasa ekonomisine dair komplo teorileri gibi bir sürü konuya ulaşmak da mümkün.

Azınlıkların, çoğunluk titrine sahip oldukları gün, diğer azınlıklara sahipliğinin azaldığı ve belki de bittiği gün oluyor. Çünkü her mücadele, gücü elde edene kadar sürüyor. Bu mücadelede kimlerin yanında saf tuttuğunun bir önemiyse kalmıyor, çünkü mücadele hırsının yerini zafer sarhoşluğu alıyor. Farklı fikir akımlarının önemi üzerinde yükselenler, aynılaştırma çabalarına sil baştan başlıyor.

Kısır döngü wins. Saygılar bizden.