çanta

Bir çanta, kahverengi deriden, köşeleri hafiften aşınmış. Öyle bir çanta ki, benimle yaşıt. Her zaman aynı köşede dururdu, oymalı büfe ile köşe takımı arasında. Çantanın iki kilidi var, o üç rakamı yan yana getirip parlak tuşuna basınca kilidi “tık” diye atan bir de mekanizması. Sapı eskimemiş fazla; kenarlarında boşluklar var sadece, çok taşınmamış belki ama çok taşımış belli ki.

Çanta benim için lunapark gibi. Çanta, salonun köşesinde duran Disneyland gibi. Babam gelip açsın, yerlerini ezbere bildiğim her şeye bir kere daha bakabileyim. Dolma kalem setini alıp kutusunu koklayayım. Cetvellere dokunayım. Üzerinde anlamakta zorluk çektiğim şeyler yazan kağıtlara dokunayım, çantanın iç ceplerini karıştırıp, her seferinde aynı mürekkepleri bulayım. Çantanın üst kapağına iliştirilmiş resmi bulayım, renkli kalemlerimle çizdiğim en güzel resim.

Çanta inanılmaz düzenli. Her şey o kadar sistematik ki, insanı anarşiye sevk edecek kadar sinir bozucu bir düzen var içinde. Korkutucu da. Alıp incelediklerini aynı şekilde yerine koyup koyamayacağından endişe duyuyor insan.

Hesap makinesi ve yanında duran çağrı cihazı. Daha bilgisayarın olmadığı dönemler, o çağrı cihazının cazibesini anlatamam bile. Geceleri babanın çıkardığı pantolonun belinden çağrı cihazını alıp sessiz sessiz incelemenin verdiği büyük haz. Elinde titremeye başlayan aleti, korkup koltuğun altına saklamak.

Dolma kalemle yazılmış onlarca yazı, kenarları hiç kıvrılmamış bir sürü kağıt. Hayatımda gördüğüm en güzel yazı, dünyanın en güzel italiği; belki de en güzel alfabesi, kullanılan. Benim yazım hiçbir zaman böyle olmayacak. Kimsenin yazısı böyle olmayacak.

Çantanın alt gözündeki kartvizitlerde dünya üzerindeki bütün insanların kartları var. Benim dünyamı 200lük, siyah bir kartvizitlik oluşturuyordu, bir o kadar da kartvizit. Sürekli kartvizit demek istiyordum, sürekli cümle içinde kullanmak istiyordum çünkü o yaştayken kimsenin kartvizitin anlamını bildiğini düşünmüyordum. Kartvizit. Sürekli kartvizit demeliyim. Benim de kartvizitim olmalıydı.

Babam bir an önce gelsin, çantayı açalım. “Yemekten önce olur!” Çünkü ben açalım dersem, babam açar. Açalım, çünkü babam bazen kullanmadığı şeyleri bana verir. “Al bak, bu senin olsun.” Küçük bir kağıt parçası için bile ölebilirdim o çantanın başında. İçimdeki heyecan, sevinç, boyumdan büyük olurdu. Babam gelsin, çanta açılsın, bir şey vermese de olur bugün.

Her açışımızda çizdiğim resme parmağıyla iki kez vurup, “bunu kim yaptı biliyor musun” desin, gülelim. Çünkü biliyorum.

Eski bir fotoğraf var şu küçük cepte. Hiç tanımadığım dedem. O cepten her çıkışında farklı anılarla tanımaya çalıştığım yaşlı adam. Kudretli, fötr şapkalı, Hulusi Kentmenvari.

Kalemlerin diklemesine durduğu ceplerin dibi tütün dolu. Sigara paketinden dökülen kuru sarı taneler. Kağıt ve tütün kokusu, biraz da mürekkep. Boşalan dolmakalemlerin mürekkeplerini doldurmak, etrafımdaki kimse dolmakalem doldurmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Ellerimde mürekkep lekeleriyle okula gittiğimde benden mağruru da yok.

Kağıt ve tütün kokusunu içe çekmek için önce beyaz sabun kokusunu duyma şartı. Hacı Şakir kokan eller, şifreyi ayarlayıp çantayı açmalı. O koku içinse önce Brüt kokan deri cekete kocaman sarılmak gerek. Arko traş losyonu sinmiş gömleğe sıkı sıkı tutunup salonun yolunu tutmak.

Salonu saran sigara dumanı ve bira kokusu.

Çantaya dalıp gidince dudaktaki izmaritten halıya düşen bir parmak kül.

Gülüşmeler.

Sesi fazla açık televizyon.

Çantadaki çengel bulmaca.

Penceredeki Dikmen Vadisi.

Yerdeki siyah poşet.

Elimdeki mürekkep lekesi.

Bir çanta, kahverengi deriden, köşeleri hafiften aşınmış. Çok taşınmamış belki ama çok taşımış belli. Köşede çanta yoksa da şimdi, kafamdaki çantanın içi bunlarla dolu. Kimseye hiçbir şey ifade etmese de bana her şeyi ifade eden hiçlerle.

Babam bir an önce gelsin, çantayı açalım.


3 yorum

Larien dedi ki...

kayboldum gittim yazında. ellerine kollarına klavyene kelimelerine kuvvet, yardır hep sen böyle.

ama çok fazla tanıdık geldi bir çok şey, benim babamın da vardı öyle bir çantası, aynı aşınmışlıkta sadece rengi bordo. İçinde de bir kalem. tepesinin içi su dolu, arka planda İstanbul resmi, içinde de kalemi aşağı yukarı salladıkça hareket eden bir vapur. Ne çok severdim içindekileri kurcalamayı. Eski fotoğraflar, anlayamadığım sarı kağıtlar.. Yakın hissettim :)

Must. dedi ki...

Mutluluğun resmini filan boş ver. Dünyayı bir çantaya sığdırabilir misin Abidin?

(:

ebruhu. dedi ki...

Teşekkür ederim. (: Her insanın bir çantası oluyor hatıralarında demek ki, içindekiler ne kadar farklı olsa da; hissettirdikleri ya da.

İçine küçüklü büyüklü dünyalar sığdırılabilen sonlu kutular. Ne manidar.