Bardak Altlığı

Kimdi, neyin nesiydi bilmiyorum. Nasıl birisiydi, ne düşünürdü…


Her sabah koşuya çıktığımda görüyordum, kapısını aralıyor, duvardaki sepetten iki gazetesiyle sütünü alıyor, daracık kapı aralığından zar zor içeri giriyordu ve kapıyı en az iki kez kilitliyordu. Ekmek yemiyordu ama sütünü ihmal etmiyordu. Hürriyet’i aile geleneği olduğu için, Posta’yı ise soldan sağa yedi harflisi için alıyordu muhtemelen. Ona istisna olarak Pazar günleri bile gazeteleri ve sütü sepetinde oluyordu ve onu bu durumda özel kılanın ne olduğunu bilmiyordum.


97 model bir Golf’ü vardı, hakîsi yer yer solmuş. Koltuğunun döşemeleri yer yer sigara yanığı. Dikiz aynasından sarkan birikmiş araba parfümleri, Bolu Dağı’na her gidişte alınan İsmail’in Yeri amblemli 7 araba parfümü. Arka plakası düşmüş, arka camda duruyor. Ön camda bir sigorta şirketinden aldığı peçetelik, peçeteleri tozlanmış. Vitesin yanındaki boşlukta duran yarım paket Marlboro ve her kaybedişinde yeniden alıp diğerlerinin yanına koyduğu 5 tane renkli çakmak. Yani en azından öyle olsa gerek. Bir de şu torpido gözünde neler olduğunu öğrenebilsem..


Her sabah koşusundan dönüşümde merdivenlerden inişine ve otoparka yönelişine tanıklık ediyordum. Apartmanın içinde karşılaşıp ses tonunu duymak istiyordum ama ne kadar hızlı da olsam, bir tur eksik de koşsam, bir yetişemiyordum. Ben apartmana yaklaşırken o çoktan arabasına yönelmiş oluyordu. Bense, onun sabredemeyip apartman boşluğunda yaktığı sigarasının ilk dumanıyla baş başa kalıyordum.


Bir akşam evin yakınlarındaki bir barda arkadaşımla buluşmak üzere yola çıktım, barın önüne geldiğimde 97 model Golf’ü gördüm, arka camdaki plakayı tanıdım. Garip bir heyecan büyümeye başladı içimde. Sebebini bilmiyorum. Süratle içeri girdim, rezervasyonunuz var mı diyen resepsiyonisti cevaplamadım bile. Bara yöneldim, henüz arkadaşım gelmemişti. Barda üç dört kişiden ayrıksı biçimde oturan birini gördüm. Ve tanıdım. Her sabah gördüğüm bu sırtı nerede olsa tanırdım. Birkaç tabure ötesine oturdum, bir bira söyledim. Barmen tezgaha önce bir bardak altlığı üzerine de bardağı koydu. Onun önüne baktım, bardak altlığı bir yerde bardağı başka yerdeydi. Dalgın olduğundan değil, sadece bardak altlığının gerekliliğine inanmadığı içindi. Yani en azından öyle olsa gerek. Zaten fıstıkların kabuklarını da kül tablasına değil, fıstıkların içine ufalıyordu. Evet evet, kesinlikle inanmıyordu ve umursamıyordu da. Tıpkı arabasının döşemelerindeki sigara yanıklarını umursamadığı gibi.


Akşam eve dönerken apartman boşluğuna üflenmiş son Marlboro dumanı beni karşıladı. Eve çıkarken onun kapısından ve duvarlarından dışarı fışkıran o şarkının temposu beni daha da hızlandırdı. Eve Hangar 18 hızında çıktım. Çayın altını yaktım. Bir de sigara yaktım, mutfak sandalyesine bıraktım kendimi. Çayı sabah demler, akşama kadar haşlardım. Bir halttan anladığım yoktu. O üç saniyelik sessizlikte kendimden nefret ettim, dördüncü saniyeden sonra unuttum. Sigaranın külü bir parmak boyu uzayıp parmaklarımın arasından düşene, ocaktaki çaydanlık yanana kadar unuttum. Uyudum.


Uzun bir süre uyumuş olacağım, uyandığımda bir battaniyeye sarılmış bir ambulansın arkasında yarı baygın oturuyordum. Kendime geldiğimde etraftaki kalabalığı fark ettim. Az ileride ise çok tanıdık bir sırt bir polisle harıl harıl konuşuyordu. Sonunda polis pes etti, tanıdık sırt bana arkasını döndü, yaklaşıyordu. Yüzüne bakmıyordum. Bakamıyordum, neden bilmiyorum. Bu sefer az tanıdık mont cepleri ve büyük mont düğmeleri vardı gözümün önünde. Az tanıdık spor ayakkabıları tam önümde durdular.


Hiç tanıdık olmayan bir ses döküldü dört bir yanıma:

“Daha iyi misin?”

Heyecandan ölmeden önce son sözlerim şunlar oldu:

“Sen ekmek yemez misin hiç?”

Bir halttan anladığım yoktu.


5 yorum

Daçe dedi ki...

vaov. yetenek kokuyor. tebrikler konşu çok sevdim.

ebruhu. dedi ki...

teşekkür ettim konşukral!

GK dedi ki...

otomobil tasviri beni benden aldı. muazzam hikaye.tebrik ederim.

ebruhu. dedi ki...

ne mutlu bana, teşekkür ederim.

fd. dedi ki...

Özellikle ayrıntılar çok hoş.