heyya heyya, take my hand, the best is yet to come

Let me take you far away, you'd like a holiday...

Belki de yola çıkmadan önce söylenebilecek en güzel sözler bunlar olabilirdi; ama konserde Klaus'dan duymak daha güzel olur diye iki topkek bi' çay da işimizi gördü. En güzel sabah muhabbeti de şüphesiz bilgisayar parçaları ve gelecek planları üzerine olanmış. Yolu yarılatacak kadar zevkli zaman geçirtti en azından.

Kamil Koç biraz abartmış ama. Bir sıra çift bir sıra tekli koltuk düzeni, koltuklardaki boyut ve rahatlık (kısmen), ve de dokunmatik ekran; bence diğer şirketlerdekilere nazaran bir hayli fark yaratmış. (bu reklam için ekstradan çubuk kraker aldım.) Film arşivi oldukça iyi olsa da türkçe dublajdan dolayı izlettiremedi kendini. Öyle ki dünyanınendörtdörtlükinsanı (öeh, daha kısa bişey bulmalıyım.) vampirli genç kız filmi izlerken fenalık geçirdi. Travmanın böylesi. Müzik listesine bakarken Graveworm bulunca bir travma da ben geçirdim. Önümdeki hayvan evladı koltuğunu haber vermeden çat diye geri yatırınca, arkasına koyduğum çay dökülüyordu az kalsın. Düşünceli olmakta fayda var, iki dakka insan olun ya. Böyle böyle vardık işte İstanbul'a.

Yazı boyunca kendisinden sarışın olarak bahsedeceğim adam, her soruma "bi önemi mi var?" cevabını verdiği için hayatında ilk kez İstanbul'a gidip, bir halt öğrenemeden geldiğimden, oraya dair söyleyebilecek tek şeyim İstiklal'in terbiyesizcesine kalabalık olduğu. Öeh. Hayvan hakları için eylem yapanların arkasından geçerken haberlere çıkmışım (5 saniye kadar) ama, eve döndüğümde kutlama yaptık mesela. (Bizler bu tür şeyleri milli mesele yaparız.)

Konsere kadar Ortaköy'de fotoğraf çekenleri izledik, kedi gördük, bi nane de olmayan kumpirden yedik, üşüdük, kızları puanladık falan filan. Sarışın, en fazla 4 olan bi kıza 7 verdi. Günahımı vermem. Kediye rahat vermeyen fotoğrafçının da inşallah filmleri yanar. Pis.

Neyse gelelim konsere. Kapıdan girmemizle hayal kırıklığına uğramamız bir oldu. Afedersin ama koskoca efsane için de Lunapark arkasında 5 adımlık bi sahne, çok büyük ayıp olmuş. Adamlar tarihin son sahnesini alıyor, veda etmeye geliyor, sen hem onlara hem hayranlarına çok büyük saygısızlık yapıyorsun. Organizasyon, duydun mu! Sahne, ses sistemi, ve Aydilge günün kaybedenleri. Saints 'n Sinners diye bir grup vardı ki, günün kazananı oldular bana göre. Vokalin aşmışlığı, gitaristin pervaneyle dans eden saçları, şarkılar... Şahaneydi. Ha bir de sigara standlarında duran 1buçuk metre bacak boylu ablalar. Sigara içmeyenlere teşviktiler. Çay bardağında biranın 10 lira olması, tuvaletlerin önünde Ssk kuyruğu oluşması vs. Bunlar güzel şeyler tabii ki. Centilmen insanların hali bi başka..

Ve Scorpions! Rudolf ve Kottak öncelikli olarak bir çığlık atma isteği doğduysa da deli gibi alkışladık. Klaus'un İstanbul deyişine öldük. 60'a merdiven dayamış olduklarına inanamadık. Sahnenin küçüklüğüne küfür edip kendimizi şarkılara bıraktık. Sting in the tail, The best is yet to come gibi yeni albüm parçalarından başladılar önce. Loving you Sunday Morning, Bad boys running wild'la devam ettiler. Raised on Rock, Tease me please me şahaneydi. Big city nights ve Dynamite geldi ardından. Bu esnada anlaşıldı ki seyirci bilmiyor, ekrana yansıyıp tesadüfen kendini görenler, daha da yırtınıp saçını başını düzeltmeye çalışıyor, yanındakini dürtüyor falan. Eşlik etmiyor, üstüne arkamızdaki metalci tişörtlü ergen güruh, bütün şarkılar başlarken "peyinkilır gibi abi yea" yorumuyla adeta böğürüyor. Çünkü metalci adam böğürür. (Brutal çok seksi aman tanrım.) Neyse sonra The Zoo geldi, Blackout geldi... Biz başladık cık cıklamaya. Nebiçim setlist arkadaş bu?! Wind of Change olsun Still Loving You olsun, biraz telafi etti. En sonunda da Rock You Like a Hurricane'le bitirdiler tahmin edildiği üzere. Bis öncesi Kottak Attack şahaneydi ama kimse aksini iddia edemez. Arkada Kottak ağırlıklı bir video oynarken, çılgın çocuk baterinin anasını ağlattı. Birayı bitirip YOU KICK ASS diye bağırdı, biz de kendimizi kaybettik. Sonra Matthias'tan bir solo dinledik. Rudolf kırmızı gitarıyla geri dönüş yaptı falan. Kısaca böyleydi. Kısaca.

Ama setlistten hiç memnun kalmadık. Eksiği çoktu. Ki bu eksiklik bizim beklentilerimizi karşılamadığı için değildi, onlarca hayranın diline marş olmuş şarkılar çalınmadı. Üzüldük. Sonra düşündük ki kendilerine yapılan saygısızlık belli ki onları oldukça rahatsız etmişti. Haklılardı. Ama biz de haklıydık. Send me an Angel yok, Believe in Love yok, I'm Leaving You yok, Born to Touch Your Feelings, Rhythm of Love keza... Hani en azından, turnenin amacını, veda konseri olduğunu desteklemek için bir Humanity söylenebilirdi, en çok da onu bekledim. Sözlerle cuk oturabilirdi. Auf Wiedersehn it's time to say good bye... Ohoo ben söyledikten sonra ne anlamı kaldı ki?!

Küçükçiftlik Park'ı terk ederken biraz eksiktik yani. O iğrenç kalabalığı terk edip, yorunluğu ve uykusuzluğu atmak istedik üstümüzden ama pek kolay olmadı. Yol bilmiyoruz. Taksiler almıyor. Güdüsel olarak İnönü'den Dolmabahçe'den 5 kez geçip, Maçka'dan Beşiktaş'a yürüyoruz. En son bir büfeye gidip "Beşiktaş'a nasıl gideriz?" diye sorduğumda, büfeci ses tonumdan tırsarak "Kardeş, burası Beşiktaş!" dedi. BANA MAVİ REKLAMI YAPMA diye bağırdım. Sakızları falan da üstüne fırlattım. Artize bak.

Kamil Koç'u da resmen saklamışlar. Yürüyen ölülere döndük ama bulduk en nihayetinde. Üşümekle terlemek arasında karar veremeyip mal olan bünyemi 1 buçuğa kadar dışarıda asfaltta tuttum ki öleyim. Bi tinerci bana dalaşsın falan. Servis geldi, Alibeyköy yazıhanesine doğru yol aldık. (Yazane okunur) Sarışın serviste uyudu. Sonra uyandı. Uyudu. Uyand.. derken uyudu tekrar. Kafası düştü. Uyanıp kraker yedi. Sonra yediğini unutup tekrar uyudu. Uyanıp çiğnemeye devam etti ama yutmayı unuttu falan. Gülmekten öldüm ben de o esnada. Ama ben böyle şirin bi uyuyama görmedim hayatımda, eheh salak! Aynı şey otobüste de oldu da gülmeye ara verip koltuğunu yatırmayı akıl edebildim. Sonra uyuduk tamamen.

Mola olup da o pis kadın anons yaparken "kamilkoçutercihettiğiniziçinteşekkürler, hadidefolupmolayapıngelin" diye bağırmasaydı her şey daha güzel olabilirdi. Lavaboya gidip yüzümü yıkadım, aynaya baktığımda kendimi göremedim. Kirpikler birbirine gir, ben gözümü açama. Çay içerken uyandım. Sonra amcanın bardakları nasıl yıkadığı aklıma geldi, içemedim. Gidip uyumaya devam ettim. Gözümüzü açtığımızda Ankara'daydık. Gözünü seveyim Ankara'nın ya. Oh ya.

Her ne kadar memnun kalmasam da çok fazla, sevdiğim grubu son kez sahnede görmek, ama eksik ama değil, sevdiğim insanla yolculuk etmek, oldukça mutlu etti beni. Senin için kurtlu kestane yedim sarışın, çekilen fotoğrafları istiyorum haberin olsun.

It was like a holiday, thank you all!

1 yorum

Göksel dedi ki...

ya genelde kötü kız filmleri eğlenceli olur yani bi yerde, gossip girl izleyen insalarız şimdi birbirimizi kandırmayalım.. açtık otobüste twilight'ı ama o seslendirmeye cidden lanet gelsin. bildiğin yazanede seslendirmişler onu belli yani. normal insan işi değildi.

konser de hiç beklediğim gibi değildi zaten, iyi demişsin. sadece gidip görmüş olduk adamları son kez. ses sistemi kötü, mekan kötü, animasyonlar kötü, hava kötü.. hani dedim scorpions dedim tüm eksikleri unuttururlar dedim.. onlar da sting in a tail falan çalınca çok keyifli olmadı tabi. baterist çok komikti ama cidden ona lafım yok :D

olsun ama yine de scorpions'ın kötüsü bile kötü değildi o kadar. istanbul'da güzeldi! kestane falan.. çok söylenmeyelim :D