Anladık tamam, sıcak.


Her sene yaz aylarında olduğu gibi bu sene de elbette ki otobüs amca ve teyzelerinden başlayacağım yazıma. Şimdi. AMCACIM! Biliyorsun tabii ne diyeceğimi, öyle diktin gözlerini dışarı, duymazdan geliyorsun. Bi bana bak bi. Beyaz saçını sevdiğim pamuk amcam, hava 55 derece ya hani, belki camlar açık kalırsa biz yaşayabiliriz. Belki sen camın açılmadığı tarafa oturabilirsin ve belki de bizlere sıcak rüzgar esmeye devam eder. Belki hani olur ya yer olmaz falan, o zaman da koridor tarafına oturasın ki rüzgar fazla çarpmasın. ALLAH KORUSUN SOĞUK ISIRMASI FALAN OLUR DA SONRA! Ya ne kapatıyosun camı bak her sene aynı şeyi yapıyosun ama sen! Enseni, sırtını falan gösterip önüne dönüyorsun bişeyler geveleyerek. Biz bütün otobüsçe seni hiç sevmiyoruz ama. Hiç ya, zerre sevmiyoruz yani. Pasonu gösterip fiti fiti geliyosun ya arkalara doğru, sanki önde yer yokmuş gibi… Ha bir de bu çıktı, otobüs hareket ediyor, sen inatla o en arkaya ulaşmaya çalışıyorsun. Düşecek gibi oluyorsun, demirlere tutuna tutuna, sağa sola eğrile büğrüle, ille bi’ o en arkaya oturmaya çalışıyorsun. YA GİT O DÖRTLÜLERE OTUR İŞTE! Arkadaşlarınla denk gel, onlarla sohbet et. Tamam git orada kapat hatta camı. Ne inatmışınız ya. 

Öf, ne sıcak ama di mi? Şimdi dostlar, o kışın çıkıp da “yaz gelsin artık virvirvir” edenler kimlerdi, onları bi’ görebilir miyim? Onlar bi’ ayağa kalksın. Al, yaz geldi. N’oldu şimdi? Hepinizi görüyorum bu sefer, “ay kış gelsin yeaaa” diye yakınır olmuşunuz. Ben sizi pek çözemedim. Al şu peçeteyi de alnını sil, sucuk gibi terlemişsin yine, al! İki dakka tutarlı olun.

Bir ergen şarkısından harikalar yaratmak.

Arkadaşım dövme yaptırdı. Nasıl bir his diye sordum iğne ilk değdiğinde. Cevap: “hani küçük, pilli pervaneler olur ya, ilkokulda alırdık, plastikten. Onun çalışırken yanlışlıkla tenine değdinini düşün. Öyle bi’ rahatsızlık verici.” Ben his paylaşımı diye buna derim.

Şu rubikler var ya, hani bir kübün her yüzeyini aynı renk yapmaya çalışırız, geçen gün durakta beklerken bir kız geldi. Oturdu. Çantasından bir rubik çıkardı. Başladı döndürmeye. Bir yan yeşil bir yan kırmızı oldu, çok iyi gidiyordu. İzlemeden duramadım. Hatta o an öyle canım çekti ki, “ya ver de iki döndüreyim” diyecektim az kaldı. Allah nasıl canım istedi, gideyim de alayım. Neyse işte evirdi çevirdi, döndü bana baktı. Gülümsedi, kalktı gitti. E, otobüs? Deli mi ne, biraz da durakta döndüreyim mi dedi ne dediyse artık.

Deli demişken. Canını yediğim.

Ekşi Sözlük’te Game of Thrones’a dair bütün spoilerları tek bir başlık halinde yazan suser. Ve o başlığı sol framede popüler tutan nicesi. Gitsenize. Hadi. (Spoiler yerine kilit içerik beyanı, suser yerine ekşi sözlük yazarı, sol frame yerine de popüler başlık listesi yazabilirdim. Yazmadım. Dağılın şimdi.)

Sıpoylır demişken de, Avengers’ı izlemeyen kalmamıştır heralde, o yüzden… Olum o süper kahramanlarla ilgili röportaj yapılan bölümde Stan Lee’ye mikrofon uzatmaları kadar tatlı bişey var mı ya? Bi de “süper kahraman mı? Haha saçmalık” falan diyo iki gözümün çiçeği ya. 

Bazen bir anlığına Pinterest gezintim hiç bitmeyecek sanıyorum. “See more pins” “see more” “MORE!” Allah sen aklıma mukayyet ol yarabbi.

Bazen de biri bir laf ediyor, öyle bir sıkı vurasım geliyor ki. Yani nasıl anlatsam, sanki vurursam dünyalar benim olacakmışçasına çok vurasım geliyor. Halbuki şiddetten hazzetmem. Ama yeri geliyor işte, birisi de hak ediyor o tekmeyi, yapacak bir şey yok.

İnsanoğlu da olmayanı istiyor ya hep, aslında en güçlü tekmeyi biz hak ediyoruz. Okul varken tatili istiyoruz, tatil oluyor okulu özlüyoruz. Gitmek istiyoruz, gidince dönmek istiyoruz. Yazken kışı, kışken yazı istiyoruz. Bizde olmayanları öyle çok istiyoruz ki oldurdukça daha çok arayışa giriyoruz. Misafir gelince gitseler de rahatlasak diye dakikaları sayıyoruz, tek başımıza kalınca tek bir çıtırtıyı bile özlüyoruz. Hiçbir şekilde memnun olamıyoruz. 

Şunu bi... Polonyalı yine almış yürümüş.

Buzlu ve fesleğenli bir limonata tadında bir şeyler yazarım demiştim kendisine. Ama bence pek o etkiyi yaratamadım. ADAM OLAN GELİR MEMNEKETİNE LİMONATASINI İÇER GİDER! Ya da gitmez. Gitmesin.

Bu da dünyalar tatlısı bir şarkı. Akşam üstü serinliğinde dinleyin:




Blogun da şablonunu değiştirdik, hiç hayırlı olsuna geleniniz yok. Yazıklar olsun, hetemelesini elimlen işledim, kadir kıymet bilmez bunlar anam, yok! O değil de, beğenmediğiniz bi' yer varsa, çekinmeyin söyleyin, valla umursamicam. Baybay.

'sup yo!?



Bir göreli ölçü birimi olarak: Nicki Minaj’ın kalçaları. Kalçası. Kalça mı kalçalar mı? Kaç tane varsa, artık. 

Haftanın Gereksiz E postası: “Uygun Dullar”.

Haftanın Gereksiz Gerginliği: “Arkadaş Sitemi”. Yapmayın arkadaşım şunu işte. İllet oluyorum, yapmayın. Her şeye bıraktığımız yerden devam etmemiz imkansız mı ya? O telefon acı acı çalıyor ya, ben böyle ne diyeceğimi düşünürken kapanıyor, öyle bir geriliyorum. Ne diyeceğini çok da iyi biliyorum ama. “Niye aramadın, niye mesajıma cevap atmadın, niye geri dönmedin, niye açmadın, feysbuka girdiğini biliyorum oradan da mı yazamadın, mail de mi atamadın, fotoğrafları da atmadın, buluşalım dedim sallamadın……….” AAAA! Tamam da işte, allalla! Çenene kramp girsin inşallah, bi’ dur bi’ çıldırma be. Belli ki işim gücüm vardı, müsait değildim, bunu tahmin etmek bu kadar mı zor ulan! Virvirvirvir, her seferinde aynı şey, bırak gitsin işte. Açmıyorum. Arayın bakalım, AÇMIYORUM! 

Mezun da olduk. Onu da olduk. Finallerden önce kep giyen, mezuniyet töreni ve balosu hafta içi yapılan, baloya dair de tüm heves ve isteği kaçmış bir insan olarak, hala: “Ya şimdi faizle tahvil ters orantılı ya…”

Kötü hissetmek istiyorsanız, hevesinizi kursağınızda bırakın. Daha etkili yöntem görmedim. (Kötü hissetmek istenir mi, onu ben bilemem.)

Sanıyorum ki 4 senelik İktisat öğrenimi bana sadece gazetenin ekonomi sayfalarını anlama yetisi verdi. Başka da bir şey değil.

Kampüste bir kahveci vardı. Son gün şöyle bir şeye tanık oldum. Frozen’ı bildin mi, heh, adam frozen içmek isteyen müşteriyi kaybetmek istemiyor, vişneli frozen mı istiyorsun, Cappy Vişne’yi beş altı buzla karıştırıyor buz kırıcıda. Takıyor pipeti, veriyor. Adam yaratıcı mı çakal mı neyse artık. Yanında staj yapsam birkaç şey öğrenirdim esasen.

Küçükken de buzlu şeyler içerken bardağı evirir çevirir de buzların yerlerini değiştiremeyince aklımı oynatacak gibi olurdum. Bardağı döndürüyorum, buzlar oldukları yerde duruyorlar, bardakla beraber dönmüyorlar diye içerlerdim. Hala bazen buzların da bardakla beraber dönmesi için çaba gösteriyorum, yaz da geliyor ya, iyice…

Trivial Pursuit oynarken çirkefleşmek: “Burada öyle yazmıyor ama, tam adını söyle!”

Yeraltı’nı da izledik. Zeki Demirkubuz’un Yeraltından Notlar’dan serbest uyarlaması. Galiba son gösterimi yakaladık, ama bir gün önceki Zeki Demirkubuz’lu gösterimi de kaçırdık. Gelgelelim, beklentim yüksekti. Kadro geniş olsa da bazen sadece kadroyla olmuyor. Başlangıcına sinir oldum zaten, kitaptan alıntıları altalta yazmamışlar da Windows Movie Maker’daki geçişler gibi sıralamışlar mesela. Her Demirkubuz filmindeki gibi, sadece ayrıntılar aldı benden alkışları. Hani derler ya “hayata dair küçük detaylar.” İşte tam da onlar. Bilmiyorum Yeraltından Notlar’ı okusaydım fikrim değişir miydi; ama motamot bir uyarlama da değil zaten. Man in Black 3’ün ikamesi olarak gidilmemeli demek ki. Engin Günaydın’ı her gördüğümde Tokat’lı işgüzar adam profili uyanıyor zihnimde zaten. Vavien’de de öyle olmuştu, ısınamıyorum adama bir türlü. Dolayısıyla pek de objektif yaklaşamıyorum. Yine de, detaylarla güzeldi.

Sürdürülebilir Liderlik Zirvesi afişi billboardları süslüyor. Melih Gökçek ve José Mourinho yan yana. Yemin ediyorum bak. Başta şu KADER’in Erdoğan-Baykal-Bahçeli photoshopu gibi bir şey sandım ama gerçekten gerçekmiş. Gerçi sürdürülebilir liderlik dedin mi benim de aklıma ilk gelen Melih Gökçek.

Sevgili Boston Celtics, evinde çok zorlandın, yüreğim ağzıma geldi, ya Dwade o son üçlüğü atsaydı? YA ATSAYDI! Tamam güzel mücadele, tamam güzel fake, tamam hadi iyi asist falan da, bana gecenin bir vakti dil altı hapı arattınız allahsızlar. Rondo’yu Konferans’ın Çiçeği ilan ediyorum. /Yaptığım en ilkel maç özetiydi sanırım. Dur dur uyanamadım daha./

Artık Sosyal Medya araçlarıyla dünyayı kurtarmayı bırakın. Yalvarırım yapmayın, çok komik oluyor çünkü. Bir de yapamıyorsunuz, ona yanıyorum.

Havalar güzelledi. Kahvelere buz koyun. 

Sitem de iyi bir şey değildir, unutmayın.


*

Ve bazen en zoru, yanındayken dahi özlemek oluyor.